Pulat
Tacar[1]
ERMENİ
SOYKIRIMI SUÇLAMASI VE SİYASAL BİR SÖYLEMDİR HUKUKSAL DAYANAĞI YOKTUR
KAVRAM KARGAŞASININ SEBEBİ
Profesör İonna
Kuçuradi [2]
, bir kavram etrafında
diyaloga girmeden önce, o kavramın
tanımı üzerinde uzlaşma
sağlanmasını isterdi; bu yapılmaz ise ,
görüş değiş tokuşuna katılan taraflardan her biri kavramın
sınırlarını kendi başına çizebilecek, konuşma monologa
dönüşebilecekti
Ermeni soykırımı iddiasını ileri sürenler ile, o
eylemlere soykırımı denemeyeceğini
belirtenler, “soykırımı”
kavramının sınırları ve kavramın
öğeleri üzerinde uzlaşma sağlamadan yola çıktıkları için, aralarındaki ihtilaf oluştu ve
zamanla derinleşti.
AİHM Büyük
Dairesi Perinçek-İsviçre davasında verdiği
nihai kararda,” Ermeni
soykırımı uluslararası bir yalandır”
demenin düşünceyi ifade özgürlüğü
çerçevesine girdiğine,yani Ermeni soykırımının kesinleşmiş bir tarihsel gerçek
olmadığına; bu ifadesi nedeni ile Dr. Doğu Perinçek’in İsviçre yargısı
tarafından mahkum edilmesinin AİHSözleşmesinin 10. maddesinin ihlali sayıldığına
karar verdi.
Benzer
şekilde, 1915-1916 döneminde Osmanlı
Devletinde yaşanan trajedinin Osmanlı Ermenileri yönünden soykırımı suçu olduğunu
ileri sürmek te ifade özgürlüğü çerçevesine giriyor ve AİHS 10. maddesi tarafından korunuyor. Buna
mukabil, Holokost’un inkar eden pek çok ülkede
mahkum ediliyor; AİHM de Holokost’un inkarını ifade özgürlüğü içinde mütalaa etmiyor.
Bu makaleme soykırımı kavramı üzerinde uzlaşma sağlanması için, giidilecek yolu tarife yarayacak olan işaret ışıklarını yerleştirmek amacı ile ve ” bir son gayretle “
başlamaktayım.
HUKUKSAL AÇIDAN SOYKIRIMI
Soykırımı herşeyden önce bir ceza hukuku kavramıdır. Amncak, -aşağıda da değineceğimiz
gibi – bu kavram halk arasında siyasal
bağlamda da kullanılmaktadır.
Ermenistan
Cumhuriyeti yöneticileri, dünyadaki diğer militan Ermeniler ve onları destekleyenler ile çok sayıda politikacı, akademisyen, medya
mensubu ve başkaları , 1915-1916
döneminde Osmanlı Devletinde
bazı Osmanlı Emenilerinin zorunlu yer değiştirme (tehcir)
sırasında maruz kaldıkları büyük can ve mal kayıplarının soykırımı olduğu (en azından sonuçları bakımından soykırımı sayılması gerektiği) ve bu
“soykırımının” 1923’e kadar[3]
sürdüğü suçlamasını yapıyorlar. Bu
hukuksal sonuçları bulunması istenen bir
siyasal değerlendirmedir.
O
eylemlere -örneğin- soykırımı değil de ” zorunlu göç ettirme sırasında bir kısım Osmanlı Ermenisinin öldürülmesi ve mallarını kaybetmeleri“
veya ” 1915-1916 döneminde Osmanlı
Ermenilerine ,Osmanlı Ceza Yasası göre
işlenen suçlar” ya da “o
dönemde vuku bulan karşılıklı katliam “Doğu
Anadolu’da tehcir sırasında yaşanan
büyük trajedi“
denseydi, irdelememiz, soykırımı sözcüğünün hukuksal ağırlığı altında ezilmez, farklı bir
çerçeveye otururdu. Zira, o
dönemde işlenen cürümler yadsınmıyor. Yadsınamaz da. Zira, Osmanlı yargısı da 1915-1916 yıllarında, tehcir
sırasında çok sayıda Ermeniye işlenen, Osmanlı yasalarına göre suç teşkil eden eylemlerin
varlığını kabul ve bu suçları işleyenleri mahkum etmiştir [4].
I.Dünya Savaşı sonrasında 1919 yılında Osmanlı Mahkemelerinde görülen ve adil
olmadıkları gene yargı tarafından kanıtlanan
davalarda, bazı Osmanlı yöneticileri mahkum edilmiştir. Bu nedenle Osmanlı Ermenilerinin kayıplarının “inkar ” edildiği
savı doğru değildir.
Profesör Dr. Taner Timur’a
göre : konuyu irdeleyen pek çok Türk
tarihçi, siyasetçi ve Türk aydını da ” 1915’te
Türkiye Ermenilerine yapılan trajik haksızlığı kabul etmiştir.Bu konuda çeşitli
örnekler verilebilir…..İttihatçı lider Ahmet Rıza bey, Senato kürsüsünde,
Ermeni tehcirini önlemek için nasıl çalıştığını bizzat kendisi
anlatmıştır.Halide Edip Adıvar ise 1915 olaylarını Ermeni göçürmeleri ve toptan
öldürmeler olarak isimlendirmiştir” ” Ahmet Emin Yalman da tehcirin
yok edici koşullarını anlatmıştır” ” Çağdaş Türk romancıları da, en
önemlin yapıtlarında,yeri geldikçe Ermenilere yapılan zulmü ve mallarının
yağmalanmasını anlatmıışlardır”…. ” Bu bağlamda Ermeni tehciri
denen olay vahim bir kırımdır ve bunu hiç bir neden mazur gösteremez…”[5]
Bu
konuda yaşanan uzlaşmazlığın
temel sebeplerinden biri , o
dönemde yaşanan felakete sadece Ermeni kayıpları açısından bakılmasıdır. Özellikle batı dünyasında sadece
Hristiyanların kayıplarından söz edilegeliyor; Anadolu’nun Müslüman toplumunun o dönemde
yaşadığı acıları görmezden geliniyor.
Örneğin,
1915 tehcir kararını tetikleyen
olayların başında, Rus ordusu ile
birlikte hareket eden, Osmanlı Meclisinin Ermeni asıllı mebusları
komutasında savaşa giren Ermeni milislerinin
yaptıkları Van katliamı gelir.
Bazı tarihçiler Ermeni mezaliminin
1917 ve daha sonraki yıllarda ortaya çıktığını yazarlar.
Diğer tarihçiler ise Ermeni
milislerinin saldırılarını ve ayaklanmaları daha erken tarihte
başlatırlar.O dönemde Ermeni milislerin
yaptıkları katliam[6]
militan Ermeniler ve onları destekleyenler tarafından yok
sayılmak istenir
Prof.
Ahmet Davutoğlu’nun “adil hafıza” çağrısının ardında
bu tek taraflı yaklaşım vardır.
Aşağıda,
tarih yazımının sübjektifliği konusuna
ayrıca değineceğiz.
1915
trajedisi konusunda farklı görüşleri tetikleyen etkenler arasında, tehcir sırasında yaşanan
büyük kayıpları küçümseyen ,
(adeta)geçiştirmek isteyen ya da
ihanet karşılığı cezalandırmanın haklı
olduğunu belirten yorumların
varlığı da yadsınamaz. Bu açıdan bakıldığında, uyuşmazlık
ateşinin altına atılan odunların
bir kısmının , aşırı
milliyetçi üslup olduğu
da ileri sürülebilir.
Öte
yandan, özellikle Doğu Anadolu’da ve
Çukurova’da, [7].
Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgeyi
işgal eden Rus veya Fransız ordularına katılan Ermeni silahlı çetelerinin yaptıkları katliamı yaşayan ve zarar gören halkın ve bunların torunlarının anlattıkları öykülerin
oluşturduğu kızgınlık ve
bunun doğurduğu intikam duygularının
yankılarını bugün bile
hissetmeye devam ediyoruz. Ermeniler ve onları destekleyenler ise
katliamın Osmanlı Türkleri tarafından
yapıldığını ileri sürerler. Ermeni çetelerinin , Türk, Kürt ve
diğer Osmanmlı yurttaşlarına yönelik cürümlerini görmezden gelirler. Bugünkü
ihtilafın temelnde “
adil olmayan hafıza“ bulunuyor. Ama, “hangi toplumun hafızası
daha adildir” ? sorusuna da “adil bir cevap” verilebileceğimi sanmıyorum.
Nihayet, çağdaş Ermeni yazarların ve bir kısım Türk Ermenilerin
dışlanmışlık hissini yaşadıklarını da ilave etmek gerekir. Bu haklı mıdır? Haksız
mıdır? Devlet in en üst katında, -
büyük olasılıkla, dil sürçmesi sonucu-
Ermenilerden söz ederken “Affedersiniz
Ermeni” ifadesinin dile
getirilmesi ya da başkalarından söz
ederken “Ermeni dölü“ teriminin
kötüleme veya hakaret amacı ile
kullanılması bu konudaki duyarlılığın[8]
haksız görülmesini engelliyor. “Ne
yapılmalıydı ?” sorununun
yanıtını sunuşumuzun Sonuç bölümünde
arayacağız.
Ermeni tehciri konusundaki tepkiler
Ermeni
tehcirine bağlı kayıplar hakkında
gösterilen ulusal ve uluslararası
tepkiler ve suçlamalar yeni
değildir; daha önce de vardı. Yaşanan
trajediyi tanımlamak için çeşitli terimler kullanılmıştır. Türkiye’de çoğunluk
” tehcire bağlı trajedi” ya da
“mukatele” (karşılıklı katliam) terimini yeğliyor. Tarihçi
Ayşe Hür’ün tehcir sırasında yaşanan
Ermeni kayıplarını tanımlamak için
Ermenilerin ve onlarn görüş ya da savlarını destekleyenlerin
kullandıkları terimler hakkındaki
incelemesinin özetini aşağıda kutu
içinde sunduk.
Tehcir sırasında yaşanan Ermeni kayıplarını tanımlamak için
kullanılan terimler
20 yüzyıl baDoğu Anadolu’da yaşanan elim olaylar hakkında 20
yüzyıl ortalarına kadar farklı terimler kullanıldı..Türkçe’de “kıtal,
tehcir,mukatele, trajedi” dendi.1915 olayları konusunda Ermenice’de ve
başka dillerde farklı terimlere başvurulmuş.Tarihçi Ayse Hür bu konuda kapsamlı
bir inceleme yayımladı (Ayşe Hür: 1915’e ad ver(eme)mek: Aghed, Medz yeghern,
Soykırım: Radikal 21. 04. 2014: hurayse@hotmail.Com ):
“Ermeniler…1909 Adana’da başlarına gelenleri tanımlamak
için chart (katliam),vojir (suç), aksor (mülksüzleştirme),voghperkutiun
(trajedi),hakhjir, potorig (fırtına) gibi terimler kullanmışlardı. 1915 için
ise daha çok “yeghern” ve “aghed” terimlerini kullandılar.
Bu iki terimin izini sürersek 1769 Haygazyan Sözlüğünde “yeghern’in”
Türkçesi olarak “fesad, bela” deniyor. “Aghed” de
“fesat bela” olarak tanımlanıyordu….1846 Camcıyan
Sözlüğünde”yeghern” kelimesi karşılığında eskiden olmayan bir
açıklama okuyoruz: “kabahat, cinayet, cürüm”; 1974 tarihli Bohçayan
Sözlüğünde ise “yeghern’in” artık tek bir anlamı var: cinayet….Bu
terimlerden “aghed”… doğal afetleri, felaketleri anlatan bir
terim….Sertag Shahen’in 1917 tarihli “The Suffering Ones” adlı
kitabı ile Hushartzian’ın”11 Nisan Anıtı” başlıklı kitabında,1915 ‘te
yaşananları tanımlamak için de”aghed” kullanılmış. Aghed’in başına “medz”
(büyük) sıfatı alarak daha sonra defalarca kullanılmış….9 Aralık 1945’te
Ermenice Haratch gazetesi….jüri ve yargıçlar ile
ilintilendirerek”Tseghasbanutiun (ırk cinayeti) terimini keşfedemediler
mi? diye sormuş….1965 te Beyrut’ta yayımlanan Zartonk’taki makelesinde Kersam
Aharonian-1915’in 50.nci yıldönümünde-sekiz ayrı terim kullanmış: Yeghern, Medz
Yegern, Abrillian (Nisan) Yeghern, Kemalist Yeghern, Aghed, Medz
Aghed,Tseghasbanutiun, Hayasbanutiun (Ermeni kırımı).
Tarihçi HurAyşe, yazısının “Batılıların manevraları”
başlığı altındakibölümünde şu terimlere
de değinmiş: “….24 Mayıs 2015 tarihinde Osmanlı Devletine bir Nota veren
Fransa, Rusya ve Britanya Hükumetleri “insanlık ve medeniyete karşı suçlar”
terimini kullanmışlardı; ABD Başkanı Theodore Roosevelt ” Ermeni katliamı
savaş yıllarında işlenmiş en büyük suçtur” dedi. Winston
Churchill….1915’i “Adminsitrative Holocaust” (İdari Holokost)
olarak tanımladı; Ronald Reagan 22 Nisan 1981 ‘de Armenian genocide”terimini
kullandı; 2000 yılında Papa Jean Paul II Ermeni soykırımı dedi; aynı Papa 26
Eylül 2001 ‘de Erivan’ı ziyaretinde Medz Yeghern demeyi tercih etti; Başkan
George Bush, 24 Nisan 2003’te Great Calamity (Büyük bela/Afet) dedi; Baba Bush
o yıl boyunca,(horrible tragedy)korkunç trajedi;(mass killings)kitlesel öldürmeler;
(forced exile) zorunlu göç-tehcir;(appaling events) dehşete düşürücü olaylar; (The
sufferings that befell Armenians in 1915) Ermenilerin 1915 yılında yaşadıkları
büyük ızdırap;(a tragedy for all humanity) tüm insanlık için büyük trajedi; (horrondous
loss of life) korkunç can kayıpları demiş……Başkan olduğunda Ermeni
soykırımını tanıma sözü veren Barack Obama Medz Yeghern diyerek çark etmiş, bu
da Ermeni toplumunun sinirlerini germiştir”
Günümüzde
insanların tabiatta yaptıkları tahribat
doğa soykırımı ya da ağaç soykırımı olarak nitelendiriliyor; hayvan soykırımından veya kültürel soykırımından söz edilebiliyor. Oysa, Sözleşme yapılırken,
örneğin kültürel grupların da koruma altına alınması önerilmiş, ancak bu öneri oylanarak
reddedilmişti. Bu nedenle kültürel soykırımı sözü kimilerinin kulağına
hoş ya da inandırıcı gelse bile,
hukuk dışı bir söylem oluyor.
Soykırımı
suçlaması, siyasal ve ahlaksal sonuçları
nedeni ile Türkiye ile Ermenistan arasındaki
– husumete varan- gerginliğin
de temel sebebidir. ” Ermeni soykırımı”
suçlamasının 1965 yılından sonra devreye sokulmuş bir
siyasal proje olduğunu söylemek yalnış
olmaz [9].
Kanımızca
Ermeni soykırımı tanımlaması ve bunun yaygınlaştırılması ile güdülen amaç,
Yahudi Kırımı ile Ermeni tehciri arasında paralellik kurmak ve buradan
hareketle Almanya tarafından Yahudilere ödenene benzer bir tazminat
sağlamaktır. Toprak talebinde bulunanlar, Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a
“iadesini” isteyenler de var . Bunların bir kısmı, kendilerini “Batı Ermenistanlı” olarak tanıtırlar; “Ermenistan Cumhuriyeti Doğu Ermenistan’dır; Günün birinde Batı Ermenistan
Türkiye’den, diğer Ermeni toprakları ise
Gürcistan’dan ve Azerbaycan’dan geri alınacak
Büyük Ermenistan
kurulacaktır” . .Ermeni devleti yöneticileri arasında, Türkiye’den toprak
talepleri olmadığını geçmişte de , şimdi de beyan edenler vardır. Buna mukabil,
diyaspora Ermenilerinin ele
başları , Türkiye’den açıkça toprak
telep ederler; “en azından Ağrı Dağının bize bakan yarısını
iade edin” derler.
Burada “iyi polis-zalim
polis” senaryosunu ile karşı karşıya bulunulduğunu düşünmek te
mümkündür.
Ermeni militanların tezlerini dayandırdıkları
varsayımlar ve talepleri
Ermeni
militanların tezlerini dayandırdıkları
varsayımlar ve talepleri şöyle
özetlenebilir: “1915-1923
döneminde Osmanlı Devleti yöneticileri tarafından Osmanlı Ermenilerine soykırımı suçu işlenmiştir. Bu “tartışılamaz
bir tarihsel gerçektir“.
Türkiye soykırımı suçu işlediğini kabul etmeli ,
soykırımını tanımalıdır. Ermeni
soykırımını kabul etmeyenler inkar suçu
işlemektedirler; Drmeni soykırımını inkar sureti ile ırkçılık yapanlar cezalandırılmalıdır; Ermenilerin uğradıkları can ve mal
kayıpları karşılığında Osmanlı
Devletinin ardılı ve devamı olan Türkiye
Cumhuriyeti tazminat ödemelidir; Ermenilere
mal ve toprak iadesi yapılmalıdır; isteyen Ermeniler topraklarına geri
dönmelidir”
Soykırımı suçunmun öğeleri
Ermeni militanlar
soykırımı teriminin ilk kez Rafael
Lemkin[10]
tarafından kullanıldığını vurgular, onun
yazılarında ,kitaplarında öne sürdüğünü
çerçeveyi geçerli sayarlar;
ancak, B.M. Soykırımı Sözleşmesi Yazım
Konferası Lemkin’in önerdiği
tanımı benimsememiştir. Bu nedenle herşeyden önce, Sözleşmenin
onayladığı soykırımı tanımına itibar
edilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Soykırımı eyleminde ” maddi unsur” (actus reus)
bulunmalıdır
Aslında, cürüm olsun, olmasın her eylemin bir maddi unsuru vardır. Ceza hukukunda buna
latince actus reus denir. Soykırımı Sözleşmenin 2. maddesine göre , bir
cürümün soykırımı çerçevesine girmesi için aşağıdaki eylemlerden biri olması gerekir :
a) Gruba mensup fertleri öldürmek;b) Gruba mensup fertlere ciddi bedensel veya akli
zararlar vermek; c)Grubu tamamen veya kısmen yok etme sonucunu
vereceği öngörülecek yaşam koşullarını
bilinçli olarak uygulamak; d)Grup
içindeki doğumları engeleyecek tedbirleri zorla uygulamak;e)Gruba mensup çocukları
bir başka gruba zorla götürmek.Bunlar
dışındaki fiiller (örneğin zorunlu göç)
soykırımı suçu çerçevesine girmiyor.
Ermenileri
Soykırımı yerine İnsanlığa Karşı Suç
kategorisine yönlendirme çabaları
Soykırımı kavramının
çerçevesi dar olduğundan, çok sayıda
hukukçu, siyasetçi veya siyaset bilimci
Ermeni Hükumetine ve diyaspora
Ermenilerine, soykırımı suçlamasından
vazgeçmeleri, bunun yerine İnsanlığa
Karşı Suç kategorisini tercih
etmelerini önermişlerdir. İnsanlığa Karşı Suç kategorisi, uluslararası
hukuka Uluslararası Ceza Divanını
oluşturan Roma Statüsü ile girmiştir;
aşağıda sunulduğu gibi ” actus reus” eylem yelpazesi çok daha geniştir .
Roma Statüsünün 7. maddesine göre, İnsanlığa Karşı Suç
kategorisine şu eylemler girer:
katletmek (murder) etmek (extermination)
; köleleştirmek
halkı sürmek ya da zorla göç
ettirmek (tehcir); hapsetmek ve fiziksel
özgürlüğünü elinden almak; işkence etmek;
ırza tecavüz etmek, seks kölesi
haline getirmek,zorla fuhuş yaptırmak,
zorla gebe bırakmak, zorla kısırlaştırmak, seksüel şiddet uygulamak; siyasal,
ırksal,etnik, kültürel,etnik, dinsel olarak tanımlanan bir gruba
zulmetmek (persecution); zor kullanarak insanları yok
etmek;apartheid;diğer insanlık dışı eylemler.
Soykırımı
hukuku alanındaki kitap ve makaleleri
ile ün yapmış olan ve “Ermeni
soykırımı “görüşünü savunan Prof. William Schabas , Ermenileri
soykırımı suçlamasından vazgeçip , insanlığa karşı suç kavramını tercih
etme konusunda özendirenlerin başını
çekenlerden biridir. 20-21 Nisan 2005 tarihinde, Erivan’da yaptığı bir konuşmada, soykırımı suçu ile İnsanlığa Karşı
Suç kavramları arasındaki farka değinmiş, Ermenistan hükumetini ve
Ermeni militanları soykırımı suçlaması yerine Türkiye’yi İnsanlığa Karşı Suç ile itham
etmeye yönlendirmik için şu gerekçeleri
kullanmıştır:
–1948 Sözleşmesi Raphael Lemkin’in önerdiği soykırımı kavramının
sınırlarını daraltmıştır.Ermeniler söylemlerinde sürekli olarak Lemkin’in
soykırımı tanımına referans yaparlar; bu
yalnıştır.. Zira uluslararası camia
1948 Sözleşmesinde Lemkin’în tanımından
uzaklaşmıştır.
Ayrıca, Lemkin’in
o dönemde, SSCB’yi soykırımı suçlusu
olarak göstermek için ABD
istihbarat servisi hesabına çalıştığı kanıtlanmıştır[11]
–Devletler 1948 Sözleşmesi ile, kendi
sınırları dahilinde,kendi uyrukları ile ilgili uygulamaları konusunda, o zamana
kadar hiç karşılaşmadıkları bir egemenlik kısıtlaması ile karşı karşıya
kalmışlardır.Nürnberg davaları, insanlığa karşı suçların, savaş zamanında
olduğu gibi,barış zamanında da işlenebileceğini kabul etseydi, 1948
Sözleşmesine gerek kalmayacaktı.
-Savaş sonrası dönemde, soykırımı kavramı ile
insanlığa karşı suç kavramı arasında bir rekabet doğmuştur.
-Roma Statüsü ile oluşturulan Uluslararası Ceza Mahkemesinin (ve ad hoc Uluslararası Ceza Mahkemelerininin) aldığı kararlar 1948
Sözleşmesinde sayılan “korunan grupların” listesini
genişletmek eğilimini göstermektedir
– Soykırımı
suçunun var olması için gereken -özel
kasıt- (dolus specialis ) koşulu
insanlığa karşı suçlarda aranmamaktadır; bu suçlar arasında bulunan
zorla göç ettirme ( tehcir)
eyleminde , grubu fiziki olarak yok etme niyeti de
soruşturulmamaktadır
Türkiye Uluslararası Ceza Divanını
oluşturan Roma Statüsünü onaylamamış ve Taraf olmamıştır. Öte
yandan Roma Statüsü de yürürlüğe girdiği tarihten geriye doğru uygulanamaz. Bu nedenle Uluslararası Ceza Divanının tarihteki olaylar konusunda bir
yargılama dosyası açması söz konusu
değildir.
Buna rağmen,
militan Ermeniler ve onları destekleyenler, 1907 La Haye IV sayılı Kara
Savaşları Sözleşmesinin Başlangıç Bölümüne konulan Martens kaydı (Martens clause) [12]ile
silahlı çatışmalar hukukunu düzenleyen
kuralların yetersiz kalması durukunda,
uluslararası hukukun genel ilkelerinin uygulanacağının öngörmesi nedeni ile,
soykırım suçunun bir yapılageliş (teamül)
kuralı olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürerler
Başka hukukçuların bu gerekçeye ilaveten altını
çizdikleri husus, 1948 Sözleşmesinin
Giriş bölümünde ” tarihin her döneminde
soykırımının insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini” vurgulayan ifadedir. 1948 Sözleşmesi kaleme alınırken, bu sözler hiç
tartışılmadan ve örnek vakalar
gösterilmeden Sözleşmeye
kaydedilmiştir; Sözleşmenin ayrılmaz
parçasıdır. Bazı yorumcular bu
referansa dayanarak, Sözleşmeyi
onaylayan Devletletin yasama
organının ve ulusal yargısının, Sözleşmenin bu
saptamasını yorumlama hakkına sahip
bulunduklarını belirtirler. Sözlewşmenin
dibacesindeki bu ifadenin tarihte vuku bulan
” soykırımvari”
olayları, katliamları, sürgünleri
soykırımı olarak nitelemenin hukuksal dayanağını oluşturduğunu belirtirler.
Bu konuda görüş değiş tokuşunda bulunduğum bir Fransız Profesör,Fransa Parlamentosunun,
2001 yılında kabul ettiği, “Fransa,
1915 olaylarını Ermeni soykırımı olarak tanır“
şeklindeki , tek cümlelik, yaptırımsız , “işarî” yasanın dayanağının da bu yorum olduğunu söylemişti. B u satırların yazarı o
dönemde Fransa’nın 2001 tarihli
yasasının 1948 Sözleşmesinin yalnış
yorumu olduğunu ve Türkiye’nin Sözleşmesinin IX. maddesinden yararlanarak UAD
nezdinde dava açacağını
düşünenler arasındaydı. Konuyu daha etraflı bir biçimde inceledikten sonra bu
görüşümü değiştirdim. Bu değişikliğin
nedenleri arasında Sözleşmenin Giriş
bölümünde bulunan ve yukarıda
belirttiğim ifade de var. benzer şekilde
Türkiye’nin Ulluslararası Daimi Tahkim
Divanına başvurmasından da beklediğimiz
sonucu alamayacağımız kanısındayım. Özetle, Sözleşmenin Giriş
bölümündeki ifadenin Taraf devletlerin
yasama erklerine tarihteki trajik olaylar konusunda tanımlama yapma marjını tanıdığı sonucuna varanlar
arasındayım.Bunun sonucu olarak, bir
uluslararası mahkemenin, yasama erkinin yorumunu rengrllryrcrk ya da
değiştirmesini talep etme yetkisine
sahip olmadığını düşünüyorum.
-Soykırımı
suçu kime karşı işlenir? (Özneler)
Sözleşmede “bir gruba mensup şahıslardan” söz
ediliyor. Hangi gruplara karşı işlenen
cürümler soykırımı sayılıyor? Sözleşmeye
göre özneler, etnik ,ulusal , ırksal,
dinsel gruplara mensup kişilerdir.
Dikkat edelim: mesela yukarıda sayılan
fiiller bir siyasal gruba (örneğin
ayrılıkçı gerilla veya terör grubuna) karşı
yapılırsa, o eylem soykırımı çerçevesine girmez; ceza yasasında kayıtlı başka bir suç sayılır;
benzer şekilde kültürel grup , ya
da bir cinsel eğilim grubu da
soykırımı öznesi sayılmıyor. Bu
grupların da soykırımı öznesi
olmaları sözleşme yapılırken teklif
edilmiş, ama Sözleşmeyi hazırlayan Konferansta
kabul olunmamıştır.
Soykırımı suçunun
oluşması için cürümün grubun tümüne veya
bir kısımına karşı işlenmesi gerekiyor.
Cürümün savaş ya da barış sırasında
işlenmesi fark etmiyor.
Suçun
Manevi Unsuru (mens rea ) ve Özel Kasıt (dolus specialis)
Bir cürümün
soykırımı sayılması için eylemin kendisi yetmiyor.
Sözleşmeye göre, o fiilde bir “özel kasıt” bulunması gerekiyor . “Özel kasıt” bulunduğu saptanamaz ise, o cürüm
ülkelerin ceza yasalarına göre ya
da uluslararası ceza hukuku açısından
da başka bir suç sayılıyor; ya da “insanlığa karşı suç” olarak
ta nitelendirilebiliyor. Örneğin, Uluslararası Adalet Divanı Bosna-Sırbistan davasında Srebrenitsa soykırımı dışındaki benzer eylemleri
soykırımı saymadı; bunların İnsanlığa Karşı Suç sayılabileceğini ima ile , UAD’nın
o suçu yargılama yetkisinin bulunmadığına işaret etti. (Filhakika Soykırımı Sözleşmesinin IX. maddesine
göre” Sözleşmenin III. maddesinde
kayıtlı fiillerden herhangi birinden bir
Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak
çıkan uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet
Divanının önüne götürülmesi“ mümkündür.
Hukuku özel kasıt durumunda,
yalnızca yasayı bilinöli çiğneme iradesini aramakla yetinmemekte, aynı zamanda,
fiilin özel biramaçla gerçekleştirilmesi öğesini aramaktadır.çÖzelkasıt aranan
bir suçta, genel kasıt için olduğu gibi, yalnızca suçun Bir
cürümün hukuken soykırım sayılması
için sadece genel kasıt öğesinin (dolus
generalis) bulunması yetmiyor;
suçun”özel kasıtla“ (dolus specialis) işlenmesi gerekiyor.
Genel Ceza Hukuku , özel kasıt durumunda yalnızca yasayı bilinçli çiğneme
iradesini aramakla yetinmiyor, aynı zamanda
fiilin özel bir amaçla gerçekleştirilmesi öğesini arıyor. Özel kasıt
aranan bir suçta, genel kasıt için olduğu gibi, yalnızca suç fiilinin
gerçekleştirilmesibin saptanması ile yetinilmemekte, ayrıca bu fiile iten amacın da kanıtlanması gerekmektedir.
Soykırım suçunun aradığı özel kasıt, bir
grup insanı kısmen veya tamamen
,sırf etnik, dinsel, ırksal,ulusal bir
gruba ait olduğu gerekçesi ile yok etmektir . Bu görüş, gerek öğretide, gerek içtihatta tartışmasız
olarak kabul ediliyor. [13]
Soykırımı konusunda bugün yaşanan
görüş ayrılıklarının
temelinde soykırımı suçunun
oluşması için özel kasıt aranması
koşulu yatmaktadır..
İhtilafı somut olarak
“Ermeni soykırımı suçlamasına”
indirgersek, Bu suçlamayı yapanlar,
“Osmanlı döneminde bazı zanlıların, Devletin de bilgisi dahilinde ve yardımı ile hedef gruba mensup kişileri “(yani
Osmanlı Ermenilerini) kısmen veya
tamamen sırf Gregoryen Ermeni [14]
oldukları gerekçesi ile) yok
etmişlerdir) tezini savunyorlar. Ancak
böyle bir “özel
kastın” varlığı isbatlanabilmiş değildir.
Bunun karşıtı , o olayların soykırımı
sayılamayacağını ileri sürenlerin görüşleri de aynı oranda geçerlidir.
Soykırımı kavramının karmaşıklığı
Kabul etmek
gerekir ki uluslararası soykırımı
hukuku alanında uzman olmayan bir kişinin, bir gazetecinin, bir
siyasetçinin , hatta bazı hukukçu ya da kimi sosyal bilimcilerin soykırımı suçunun oluşması için şart olan
-ve yukarıda anlatılan- “özel
kasıt” öğesini kavraması
zordur. Bu muhtemelen – geri adım
atm ak istemeyen-kimilerinin işine
gelmiyor. Ayrıca, tarihte
vuku bulmuş olaylar
konusunda özel kasıtın isbatı adeta
imkansızdır.
Bu konuyu
tartıştığım kişilerden bazıları,
tartışma yukarıda ele alınan hukuksal ayrıntıya gelince,
aramızdaki görüş değiş tokuşunu soykırımı kavramı dışına taşımışlardır ; “önemli
olan çok sayıda Osmanlı Ermenisinin
hayatını, malını mülkünü kaybetmiş olmasıdır, buna ne ad verileceği bizim bakımımızdan önemli değildir “ diyerek”, görüşmeden kaçmışlardır; ancak o şahıslar,
olaylara “sonuçları
bakımından soykırımıdır“ demeğe
devam ediyorlar. (Önyargının ortadan
kaldırılması son derecede zor). Bu söylemlerinin hukuksal dile , ” actus reus soykırımı sözleşmesinde kayıtlı eylemlerden
biridir; o halde o eylem soykırımı sayılmalıdır” olarak çevrilebilir. Oysa, bu yorumun doğru olmadığı, hemen aşağıda
kayıtlı UAD’nın Hırvatistan-Sırbistan
kararında belirtilmiştir.
Uluslararası Adalet Divanında
Hırvatistan-Sırbistan davası örneği
Vurgulamak
istediğimiz farkı daha iyi anlatabilmek için somut bir örnek verelim: Hırvatistan ve Sırbistan birbirlerini soykırımı suçu işlemekle suçladılar ve
Uluslararası Adalet Divanına
başvurdular. Divan, kararını Şubat 2015’te verdi. Divan, kararında , gerek Sırbistan’ın, gerek Hırvatistan’ın -
birbirlerine karşı- Soykırımı
Sözleşmesinde kayıtlı – biraz
önce saydığımız- eylemleri yaptıklarını kabul etti. Ama, kararın bir sonraki bölümünde, bu eylemlerin özel kasıtla
işlendiğinin isbatlanamadığını , bu nedenle iki ülkenin birbirlerine karşı soykırımı suçu
işlemediklerini yazdı.
UAD’de görülen
Bosna-Sırbistan davasında, sadece
Srebrenitsa katliamında özel kasıt bulunduğu karara kaydedilmişti;
Sırbistan bu suçu
önlememekten kabahatli
bulunmuştu ve bunun karara
yazılamasının Sırbistan için yeterli
ceza sayılacağı vurgulanmıştı. Oysa, Bosna’da Sıplar tarafından yapılan diğer katliamlar da Srebrenitsa ‘da vuku
bulan trajediden neredeyse farksızdı.
Anlaşılan, UAD bu konuda bir orta yol aramıştır.Neden? Zira, AB politik açıdan Hırvatistan ile Sırbistan’ın Avrupa Birliğine alınmasına karar
vermişti.Bir AB adayının soykırımı
suçundan mahkum edilmiş bulunması
AB’ni rahatsız edecekti.
Bu yorumu da UAD’nin kararlarının politik etkilerden uzak
olmadığına işaret etmek için eklemek
istedik. UAD’nin Srebrenitsa kararı Mahkeme üyeleri dışında kimseyi tatmin
etmedi;dünya basını kararı çok
eleştirdi.
Soykırımı Sözleşmesi geriye doğru yürütülemez.
Uluslararası
Adalet Divanı Hırvatistan-Sırbistan davasında – 2015- yılında
bu konuda da kesin kararını
verdi ve
Soykırımı Sözleşmesinin,
yürürlüğe girdiği tarih olan Aralık
1951′ den geriye doğru uygulanamayacağını
belirtti.
Soykırımı suçunu
“Yetkili Mahkeme”
saptar.
Soykırımı
Sözleşmesinin etkin ve yaygın
biçimde uygulamaya
geçirilmesini frenleyen bir başka kural daha vardır. Sözleşmeye
göre, soykırımı kararını verecek olan yetkili mahkeme, eylemin yapıldığı ülkenin mahkemesidir. Ayrıca,
taraflar anlaşırlar ise bir
uluslararası ceza mahkemesi yetkili olabiliyor.
Bu durumda akla gelen
ilk soru şudur: diktatörlükle ya da despot
bir lider tarafından yönetilen bir ülkede, -büyük olasılıkla- yargı da bağımsız olamayacağından, o ülkenin
mahkemesinden kendi idaresini ve yöneticisini suçlayan soykırımı kararı çıkması mümkün
değildir. Mesela, bir Afrika ülkesinin diktatörü, o ülkede yaşayan
etnik veya dinsel bir grubun yok edilmesi
emrini verse bile, ülkenin mahkemesi diktatörünü
soykırımı suçu zanlısı olarak
yargılayıp mahkum edebilir mi?
Etmez, edemez . Benzer şekilde, o despot veya onun talimati ile hareket
eden yasama ve yürütme erkleri davanın
bir uluslararası ceza mahkemesin de görülmesine rıza göstermez. Böylece zanlılarn- siyasal kararla-
yargılanmaktan kurtulur.
Evrensel Yargı Yetkisi tanınması konusundaki
gelişmeler
Zanlının yargılanmaktan
kurtulması – en azından demokratik ülkelerde-
kamu vicdanını rahatsız etmekte, adalet duygusunu zedelemektedir. Buna karşı ne önlem
alınabilir? Bazı siyasetçiler ve
hukukçular, suç işleyenin cezasız kalmamasını teminen evrensel yargı sisteminin ya da yetkisinin[15]
benimsenmesini önermişlerdir. Kimi ülkeler
bu uygulamaya geçmiştir. Soykırımı Sözleşmesinde öngörülmemiş olmasına rağmen, örneğin Belçika’da, Almanya’da bazı
zanlılar başka ülkelerde
işledikleri soykırımı suçları gerekçesi
ile yargılanmışlar ve mahkum edilmişlerdir. (Belçika bazı Afrikalı zanlılar için bu uygulamayı yapmıştır;
Almanya bir Hırvat generali Münih’te
yargılamış ve mahkum etmiştir. )Ancak, Belçika’da, dünyanın çeşitli yerlerinden ve örgütleri
tarafından ulusal Belçika mahkemelerine
intikal ettirilen bazı dosyalar,
uluslararası krizlere neden olmaya başlamış, bunun üzerine Belçika Hükumeti yabancı
siyasetçilerin veya devlet
adamlarının Belçika Mahkemelerinde
yargılanması uygulamasını askıya
almıştır. Burada da siyasal mülahazaların devreye girdiğini ve yargı erkini etkilediğini görüyoruz.
1948 Soykırımı
Sözleşmesini hazırlayan konferansta , Sözleşmenin ölü doğma tehlikesini
hissedenler, yetkili mahkeme
konusunda “evrensel yargı yetkisinin” kabulünü teklif etmişler,
ancak bu öneri oylanarak reddedilmişti. O dönemde, başta
SSCB olmak üzere bazı ülkeler, kendi
mahkemelerinden başkasına
güvenmedikleri için, evrensel
yargı yetkisini kabul etmemişlerdi [16].
Bu açığı kapatmak isteyen bazı hukukçular
ve ülke hükumetleri , soykırımı gibi
ağır bir suçu işleyenin
cezasız kalmaması için çözüm
arayışına girmişler ve Uluslararası Ceza
Divanını kuran Roma Statüsünü kabul ederek, soykırımı
yanında ve ondan çok daha geniş olan İnsanlığa Karşı Suç kategorisini oluşturmuşlardır. Bu suç
kategorisine yukarıda değindik.
Avrupa Birliği 2008
yılında Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı hakkında bir Çerçeve Kararı kabul etmiş
ve tüm AB ülkelerini, ulusal ceza yasalarını bu Çerçeve Kararına uyum sağlamak üzere
değiştirmeğe çağırmıştır. AB Çerçeve Kararı,
soykırımının inkarını cezalandırmayı da öngörmektedir. Birleşik Krallık
başta olmak üzere bazı AB ülkeleri ceza yasalarında böyle bir revizyon yapmayı kabul etmemişlerdir. AB
Çerçeve Kararı, bir eylemin soykırımı
sayılması hakkında AB ülkelerine
alternatifler sunmuştur. Bu
alternatiflerden ilkine göre, bir
suçun soykırımı sayılması için yetkili mahkemenin karar vermesi gerekir. (Bu
seçenek 1948 Sözleşmesinn öngördüğü sistemdir). Seçimlik bir diğer alternatife göre ise, AB üyesi ülke, kendi parlamentosu (başka
ülkede de vuku bulmuş olsa bile ) bir eylemi veya cürümü soykırımı olarak nitelemiş ise, o AB ülkesinin mahkemesi anılan
soyırımını inkar edeni cezalandırabilecektir. (Buna
göre , mesela, Yunanistan, yaptığı ceza yasası
revizyonu ile, kendi parlamentosu tarafından varlığı kabul edilmiş
bulunan Pontus Soykırımı iddiasını
reddeden bir kişiyi soykırımını
inkar suçundan mahkum edebilecektir).
Bu alternatif,
ilk bakışta, 1948 Soykırımı
Sözleşmesine aykırıdır. Ancak , Sözleşmeye
aykırılığjına şu nedenlerle göz
yumulduğu gerekçesi öne
sürülmektedir: a) soykırımı zanlısının yargılamadan kurtulması
böylece önlenecek, adalet yerini
bulacaktır; b) soykırımının inkarı
bir çeşit ırkçılık sayılmaktadır
ulusal yasayı
öncelikle uygulamalı ve ırkçılığı
cezalandırmalıdır; c) ulusal yasama organının ve ulusal mahkemenin takdir yetkisi güçlendirilmelidir.
Bu konuda farklı
gelişmeler gözlenmektedir:
örneğin, son olarak 2016 Şubat ayında, Fransa Anayasa Konseyi, Holokost’u
inkar edenleri cezalandırmayı
öngören Gayssot yasasının diğer soykırımı iddialarını inkar edenlere de uygulanmasını talep eden bir
davayı reddetmiş ve “ancak
yetkili mahkeme tarafından varlığı
saptanan soykırımlarının inkarının
cezalandırılabileceğine” hükmetmiştir. Bilindiği gibi
Fransa Anayasa Konseyi iki yıl
önce, Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören bir
kanunu Fransa Anayasasına aykırı bularak
iptal etmişti.
Buna rağmen, iç
politika nedenleri ile Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, AİHM eski Başkanı (şimdi emekli) Costa’ya
Anayasa Konseyi tarafından iptal edilen, yukarıda değindiğimiz yasanın
yerini alacak ve Ermeni soykırımını inkar edeni cezalandıracak yeni bir yasa
hazırlaması talimatını
iletmiştir. Bu örnek bazı ülkelerde iç
politika mülahazalarının büyük önem
taşıdığını kanıtlamaktadır.
Fransa Anayasa Konseyinin son kararı
ve AİHM’nin İsviçre-Perinçek davasında verdiği karar muvacehesinde AİHM eski Başkanının nasıl bir formül icad
edebileceği merak konusudur.
(AİHM Büyük Dairesi Dr. Doğu Perinçek’in “Ermeni soykırımı
bir uluslararası bir yalandır” sözleri nedeni ile İsviçre’de mahkum
edilmesini AİHSözleşmesinin 10 maddesinde
kayıtlı ifade özgürlüğünün
ihlali olarak nitelendirmiş,
İsviçre’yi mahkum eylemişti.)
Soykırımı suçunda Devletin sorumluluğu
Ermeni militanlar
ve onları destekleyenler Osmanlı
Devletini Ermeni soykırımına iştirak
etmekle suçlarlar ve bu konuda verilen zararlardan ardıl Devlet
olarak Türkiye Cumhuriyetinin de sorumluğu olduğunu vurgularlar; dayanak olarak, 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması
Sözleşmesinin 9.[17]
maddesini önesürerler. Anılan 9. madde,
Sözleşmesinin 3. maddesinde [18]
belirtilen fiillerin herhangi birinden bir Devletin sorumlu olabileceğini
belirtmiştir.
Ancak,
burada altını çizmemiz gereken bir kaç
husus bulunuyor: Sözleşme,
soykırımı suçunu gerçek
şahısların işleyebileceğini amirdir.
Zaten uluslararası hukuka göre Devlet
soykırımı suçunu ika eylemekten yargılanamaz. Ancak,
Devlet,a)soykırımını önlemez ise , b)soykırımında bulunulması için işbirliği
yaparsa, c) soykırımını doğrudan ve aleni surette kışkırtırsa ,d)
soykırımına bir şekilde iştirak ederse, sebep olduğu haksız fiili
tazmin ile yükümlü olabilecektir
Ermeni soykırımından doğacak tazminat
sorumluluğu konusunda, Türkiye Cumhuriyetinin
Osmanlı devletinin ardılı olarak
tazmin yükümlülüğü taşıdığı hususu
doktrinde çok tartışmalıdır[19].
Nihayet, Devletin tazminat sorumluluğu konusu bir özel
anlaşma (lex specialis) ile
çözümlenmiş ise, bu özel anlaşma
hükümleri öncelikle uygulanır[20])
Ermeni militanların hukuk ve yargı alanında bugüne kadarki girişimleri
Ermenilerin
tazminat sağlama girişimleri[21]
Ermenilerin
tazminat sağlama konusundaki girişimleri
yeni değil . Önce, Kaliforniya Medeni Hukuku Usul Yasasının Eyalet Meclisince değişmesini sağladılar ve
Ermeni talepleri için zaman aşımı süresini uzattılar. Sonra Fransız AXA ([22]) ve New York Sigorta
([23])Şirketlerine şantaj yaparak toplam 37,5
dolar sızdırdılar. Bu paraların
büyük bölümü avukatların
hesabında eridi; skandal ortaya çıktı;
avukatlar birbirlerine düştüler ve karşılıklı davalı oldular; özetle bir
uluslararası rezalete imza
attılar. Alman Münih Reassürans Şirketi Ermenilerin
şantajlarına boyun eğmedi ve ABD’de
uzun bir hukuk mücadelesi
sonunda davasını kazandı. Ama bu dava
süreci bize militan Ermenilerin -bazı
yargıçları şantaj, tehdit ve çıkar sağlayarak elde etme-alanında her
ahlak dışı yolu
deneyebildiklerini kanıtladı[24].
Ermenilerin
avukatları, Kaliforniya’da on bin Ermeni adına, (eski Norwich Union ve
Commercial Union şirketlerini devralan) Aviva şirketine e dava açtılar,
26 milyon telep ettiler, ancak sonuç.
alamadılar([25]).
2006 yılında Varujan
Değirmenciyan ve diğer ABD’li Ermeniler tarafından Alman Deutsche Bank’a ve
Dresdner Bank’a, avukatları MarkGeragos ve Kabateck tarafından açılmış olan bir
davada [26])
Alman Bankalarına 1915 yılından önce aileleri tarafından tevdi edilmiş olan ve
daha sonra Türk Hükumeti tarafından “yağmalandığını” iddia ettikleri Ermeni
mallarının satışından sağlanarak o Bankalara yatırılmış bulunduğunu iddia
ettikleri 7 milyon doların kendilerine ödenmesini talep ettiler. Ermeniler
ABD’de açtıkları bu davayı da kaybettiler.
Gene, ABD ‘de yaşayan Ermeniler, avukatları vasıtasi ile Türkiye Cumhuriyetine , T.C.Merkez Bankası
ile Türkiye Ziraat Bankasına da
dava açtılar ve tazminat talebinde
bulundular.([27])
([28]) ([29]). Davacılar,
Türkiye’nin ve davalı bankaların, uluslararası hukuka, uluslararası anlaşmalara
ve Türk hukukuna aykırı olarak haksız kazanç elde ettiğini,insan hakları ihlali
yaptığını iddia ettiler Türkiye, bu davada (diğer
avukatlar meyanında) Günay Evinç adında
çok yetenekli Türk asıllı ABD vatandaşı bir hukukçu tarafından savunuldu; sonunda ABD
Federal yargıcı Dolly M. Gee, 26 Mart 2013 tarihinde bu davaları da reddetti.
Tahmin olunabileceği gibi , bütün bu
süreçlerde ceplerini dolduranlar,
Ermenilerin avukatları oluyor.
Kozan’daki
manastır hakkında Anayasa Mahkemesine başvuru;
Ermeniler , son
olarak, Türkiye’deki avukatları vasıtası ile, Kozan’daki bir Manastır’ın, sahibine veya Katolikosluğa devri için T.C. Anayasa Mahkemesinde dava açtıklarını
ABD’de yaptıkları bir basın toplantısı ile açıkladılar. Anayasa Mahkemesi ulusal yargı yollarının
tüketilmemiş bulunması gerekçesi ile bu
davayı büyük olasılıkla reddetmesi beklenir. Avukatlar bunu bilmez
olur mu? Biliyorlardır tabii. Ancak ,
davayı aynı gerekçe ile reddedeceğini
bildikleri AİHM’e taşımak istiyorlar. Amaçları
siyasal propaganda. Türkiye’ye
dışardan yapılacak baskılarla sonuç alacaklarını sanıyorlar.
Türkiyeden talep edilen tazminatın mikdarı:
Ermeniler
Türkiye’den talep ettikleri tazminatın
adını ve mikdar ını tesbit eden bir rapor da yazdırdılar.
Daşnaksutyun örgütü tarafından
tarafından finanse edilen,”Ermeni
Soykırımı Tazminatları İnceleme Grubu”(AGRSG) tarafından yazılan ve Eylül
2014’te yayımlanan”Ermeni Soykırımına İlişkin Tazminat Sorunu-Adalet
Yoluyla Çözüm” başlıklı bu raporu ABD’de
Worchester Üniversitesinden Heny C. Theriault [30]
Başkanlığında,bir heyet yazmış.
Raporda Ermeni
soykırımının 1915-1918 ile 1919-1923 tarihleri arasında iki safhada uygulamaya
konulduğu , Osmanlı ve Rus Ermenilerine zarar verildiği ileri sürülüyor. Sonuç
olarak,soykırımı suçundan görülen zararların onarılması için el konulan
malların iadesi veya iade edilemeyen mallar için tazminat ödenmesi;tazminatın,
mağdurların yaşamasını sağlayacak önlemlerle takviyesi isteniyor;Ermeni dosyası
ile ilgili “zararın telafisi”kuralları çerçevesinde toprak iadesi de
öngörülüyor.
Raporda, ABD
Başkanı Wilson Hakemliği Kararlarının, yürürlüğe girmemiş bulunan Sevres
Anlaşmasına göre öndegelimi bulunduğu,
bu kararların bugün için de bağlayıcı olduğu;
“Wilson Ermenistan’ının işgalinin Türkiye’nin uluslararası
yükümlülüklerinin ihlali olduğu söyleniyor; Türkler ve Ermenilerin ve tarafsız
kişilerin katılacağı bir “Ermeni Soykırımı Gerçekler ve Zararın Tazmini
Komisyonu” AGTRC kurulması öneriliyor.
Sanki Türkiye Ermenistan’a karşı
savaş kaybetmiş te, tazminat ödeyecek havasındalar.
Sözünü ettiğimiz
raporda, kapsamlı bir onarım paketi bağlamında şu öneriler yapılmış: 1)Tanıma,
Özür Dileme, Eğitim ve Anma; 2)Ermenilerin ve Ermenistan’ın desteklenmesi;3)
Türkiye’de bulunan Ermeniler ve Türk olmayan tüm grupların rehabilitasyonu; 4)
Mal iadesi, Ölenlere mağdurlara ve malına elkonulanlara tazminat verilmesi.
Tazminat
konusunda ABD’deki geçmiş bazı
uygulamalardan hareket ederek ayrıntılı hesaplamalar yapılmış: ABD Hayat
Sigortası Şirketlerinin ve ABD İşçi Bürosunun olası getiri ve enflasyon
hesapları da göz önünde tutularak Türkiye’nin ödemesi gereken meblağ
70.030.167.080 dolar olarak hesaplanmış. Bir başka hesaplama biçimi de 1919
Paris Barış Konferansında uygulanan yöntem; o dönemdeki rakkamlar New York
Hayat Sigortası hesaplama biçimi ile 2014 yılına uyarlandığı takdirde, yaklaşık
41.500.000.000 dolara ulaşılmaktaymış. Buna enflasyon kaybı eklenince
87.120.217.000 dolara varılıyormuş. Buna
soykırımının ikinci bölümünü
teşkil eden 1919-1923 kayıpları da eklenince Türkiye Cumhuriyetinden toplam
104.544.260.400 dolar tazminat istenmesi gerekiyormuş[31].
Kimi diyaspora Ermenileri bu talepleri Türkiye’yi ziyaretlerinde bile dillendiriyorlar. Ülkemizde, Ermeni iddiaları
konusunda farklı düşünenlerin
alınmadığı bir çok toplantı yapılıyor.Yurt dışında yayımlanan
her kitap Türkçeye terceme ediliyor; bunları Türkiye’de
kitapçılarda satın almak mümkün .
Bazı kaynaklar bu çeviri ve basım
giderlerini cömertgçe karşılıyor. Ermeni görüşlerine aykırı düşünceleri
ve verileri Fransa’da, başka Avrupa
ülkelerinde ABD Üniversitelerinde ve
tabii Emenistan’da açıklamak ise yasak.
İsviçre Dr.Doğu Perinçek’i Ermeni iddialaının uluslararası bir yalan olduğunu
söylediği için mahkum etti. Bu mahkumiyet AHM tarafından iptal olundu.
Devletin haksız fiil ile verdiği zarar konusundaki
sorumluluğu ilkesi
Militan Ermeniler
ve kendilerini destekleyenler, tazminat taleplerinin hukuksal dayanağını
şöyle açıklıyorlar: “Bir Devletin görevlileri, haksız
fiilleri ile bir zarar oluşturursa, uluslararası hukuka göre,
o devlet bunu tazmin ile mükelleftir
.Uluslararası Hukuk Komisyonu 2001
yılında 53. oturumunda Uluslararası
Haksız Fiillerin Oluşturduğu Zararlar Hakkındaki Sorumluluk Konusunda bir
Sözleşme taslağını kabul etmişti. Bu
taslak henüz Anlaşma haline dönüşmemiştir.
Gene de hukukun genel ilkeleri
uyarınca, haksız fiil ile bir başkasına zarar veren bunu tazmin etmekle
mükelleftir. Ermenilere göre, Osmanlı
Devleti döneminde Osmanlı Ermenilerine yapılan haksız fiillerle verilen
zararların tazmini konusunda, Osmanlı Devletinin ardılı olan Türkiye
Cumhuriyeti sorumludur.”
Ancak,
Ermeniler bu konuda bile aldatma taktiği
uyguluyorlar. Zira sözünü ettiğim
Anlaşma taslağının 55.maddesine
göre, ihtilaflı konuda yapılmış bir özel anlaşma(lex specialis) var ise,-yani uyuşmazlık veya zarar bir özel anlaşma
ile çözüme bağlanmış ise- bu özel anlaşma
hükümleri, genel ilkenin önüne geçer.
Yukarıda da
belirtildiği gibi,Türkiye’nin Rusya ve Ermenistan ile akdettiği Moskova ve Kars
Anlaşmaları, Fransa ile yaptığı Ankara Anlaşması, Lozan Anlaşması ve ABD ile
akdettiği 24 Aralık 1923 ve 1934 Tazminat Anlaşmaları ,bunları akdeden
Devletler açısından,Devletin tazminat konusundaki sorumluluğunu nihai olarak çözüme bağlayan özel
anlaşmalardır. Türkiye ABD ile yaptığı anlaşma gereğince 2. Dünya Savaşının ortalarına kadar ABD’ye
borcunu ödemiştir[32]).
ABD ile yapılan anlaşma, Ermeni asıllılar dahil, ABD’nin Türkiye Cumhuriyetinden bu alanda hiç bir
tazminat talebi kalmadığını hükme bağlamıştır.
[33]
Doğal olarak,
militan Ermeniler, yukarıda saydığımız özel anlaşmalardan ya hiç bahsetmezler ya da bunları tutarsız bahanelerle yok saymaya
yeltenirler.
Ermenilerin Tazminat talebini hukuksal temele dayandırma arayışları
Gerek Ermeni
diyasporasının, gerek Ermeni kilisesinin, gerek Ermenistan Cumhuriyetinin tazminat taleplerini hukuksal temele
dayandırma alanında hukuksal danışma
çalışması olmuştur. Ancak, bu
çalışmaların hemen hepsi, Ermeniler açısından,
düş kırıklığı sonucunu
vermiştir [34]. Bu çalışmalar hakkında son bir örnek vermekle yetinelim:
Şubat 2012’de
Lübnanda, Antelias’ta Ermeni Kililya Katolikosluğu tarafından”Ermeni
soykırımı. Tanıma’dan…Onarım’a “başlıklı bir Konferans düzenlendi Bu konferansta ileri sürülen görüşlerin büyük çoğunluğu Ermenilerin tazminat sağlama çabalarının hukuksal alanda başarı sağlayamayacağına
işaret ediyor.. Bu görüşlerin bir bölümüne örnek olarak kısaca değinelim:
“
Ermenilerin varlığı çoktan sona ermiş olan Osmanlı Devletinden taleplerinin
meşru olup olmadığı tartışmasını pratik
sonuçları yoktur; bu olsa olsa ilgi
çekici bir entellektüel temrin sayılabilir.(
Patrick Duberry )”
“Uluslararası
Ceza Divanı Ermeni tazminat taleplerini
ele alma konusunda uygun merci değildir;
Divan 2002 yılında yürürlüğe girmesinden önce vuku bulan herhangi bir cürüm
konusunda yetkili değildir; …
soykırımı suçunun olmazsa olmaz koşulu
olan özel kasıtın ve suçun tek merkezden planlanlanmış olduğu gibi
hususların isbatı mümkün değildir; bu
durum açılacak davaların başarı şansını zayıflatır; günümüzün
uluslararası hukuku geçmişte değil, yakın zamanda işlenen soykırım suçları ile
ilgilenmektedir; bu itibarla eskiden işlenmiş suçlar hakkında açılacak
davalardan fazla bir şey beklenemez. (Dow Jacobs)”
“1948
Soykırımı Sözleşmesi geriye doğru yürütülemez; (Marco
Roscini)”
“Mal iadesi,
geniş anlamda tazminat kavramının içerdiği seçeneklerinden sadece
biridir.Diğer seçenekler arasında
Ermenilerin “gerçeğe ulaşma hakkı”bulunmaktadır. Türkiye’deki siyasal
ve toplumsal gelişmeler, müzakere edilerek bulunacak bir çözümün sadece
Ermenlere değil, Türkler açısından da yararlı olacağını ortaya çıkarmaktadır. (Richard Wilson);”
“Ermeniler
tazminat sağlama konusunda yabancı ülke mahkemelerinde açacakları davalardan
bir sonuç sağlayamazlar;bu durumda ius
humantatus yani insancıl hukuk devreye sokulabilir; uluslararası hukuk
alanındaki gelişmeler insan haklarını korumaya yönelik olarak gelişmektedir;
hukuk dışında”ahlaksal veya siyasal mülahazaların”bu gibi
durumlarda başarı şansı bulunabilir.Uluslararası hukuk bir ülke mahkemesinin
bir başka Devleti yargılama yetkisi bulunmadığına işaret etmektedir. (Marc
Brus)”
Anılan konferansta ,Taner Akçam emval-i
metruke sorunsalına değinmiş, bunların satışından sağlanan fonların Hazineye devredildiğini,
ancak bu fonların sahiplerine ödenmesini Devletin engellediğini; 1923 Lozan
Anlaşmasının mezkur iadeyi öngördüğünü, ancak bu yükümlülüğün de karmaşık
hukuksal engeller konularak yerine getirlmediğini, bu durumda mahalli Türk
yargısının, – çıkarılan sürekli engellere rağmen- Ermeni taleplerinin dermeyan
edilebileceği hukuksal yol olduğunu belirtmiştir. Sait Çetinoğlu ise soykırımı dönemi
sonrası istimlakleri ele almış, gayrı müslim vakıflarla ilgili gelişmeleri
anlatmış, bu alanda AİHMde alınan kararları irdelemiş, 1936 kararnamesin
hakkında bilgi vermiştir.
“Bağışlama”sorunsalı
ile “uluslararası hukukta af” hukuku askıya alan araçlardı; bir süre sonra uluslararası hukukun araçları
haline gelmişlerdir. Önemli olan mağdur
ve eylemcinin barışmanın sağlanmasıdır. (Gabriele Della Morte)”
“Toplu tazminat ödenmesi ile bireysel
onarım sağlanması farklı
hukuksal süreçlerdir.Ermenilerin talepleri kişisel mala ilişkindir. Bu
talepler meşru olabilir, ancak yalnışlıkla Ermeni soykırımı tazminat davası
olarak tanıtılıyor. Oysa, pazarlık sonucu sağlanacak tazminat
Ermeni soykırımı eyleminin verdiği zararın karşılığı değildir;sigorta
şirketlerinin vecibelerimne ya da
istimlak edilen mallara ilişkindir. Uluslararası hukuk sistemi toplu
haklara değil, bireysel haklara
cayanır ve bugüne kadar ileri sürülen Ermeni tazminat taleplerinin çerçevesi bu
taleplerin karşılanması açısından yetersizdir.(Henry Theriault ) Avrupa Birliği (AB) Adalet Divanında iki Ermeni tarafından açılan ve Avrupa Parlamentosunun (AP) soykırımı tanıma
kararının
Türkiye-
AB ilişkilerini dordurmasını amaçlayan
dava
AB Adalet Divanı Ermenilerin taleplerini
reddetmiş ve “AP kararının
1915-1917 olayları hakkında siytasl nitelikli görüş içerdiğini, bu kararın siyasal nitelikli bir bildiri olduğunu ve
hukuken uygulanması açısından bir
zorunluluk doğmadığını ” açıklamıştır [35]
-Ermeni
Soykırımı savının yadsınmasının ( inkarının) cezalandırılması; Ermeni soykırımı iddiası yanında karşı görüşü yayımlayanı mahkum ettirme
çabaları
(Ermeni
soykırımı savından ayrı olarak) soykırımı suçu işlendiğinin yadsınmasının cezalandırılması bazı ülkelerin ceza hukukuna girmiştir. Bu
konudaki ceza kanunu düzenlemelerini Avrupa Birliğinin Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı Çerçeve Kararına dayandıran ülkeler vardır. (Örneğin
Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi).Bazı ülkeler sadece Holokost’un inkarın ı cezalandırırlar.
Bir ülkenin
veye bölgesel örgütün yasama organı, yetkili mahkeme kararına
bağlanmamış bir suçu, soykırımı ilan
edebilir mi? Bunun yadsınmasını inkar suçu sayabilir mi?
1948 Soykırımı
Sözleşmesinin bu konudaki kuralları
açıktır. Bu sorulara verilecek cevap olumsuzdur.
Ancak, ulusal veya yerel yasama meclisleri siyasal karar veren kurumlardır. O yasama meclisinde -tek bir oy farkla – oluşacak çoğunluk, (uluslararası hukuka itibar
etmeden) bir eylemi soykırımı
olarak tanımlayabilmektedir
Örneğin İsveç Parlamentosu
Hükumetin karşı göreğşğne rağneb bir oy farkla Ermeni soykırımını tanıyan bir
karar almıştır. Yunan yasama meclisi
Pontus soykırımının varlığı
konusunda benzer bir karar almıştır.
Fransa
Parlamentosu da
2001 yılında tek cümle ile “Fransa
Ermeni soykırımını tanır”
şeklinde bir yasa kabul
etmiştir. Bundan önce de Fransa
Cumhurbaşkanı Mitterand, Vienne kentinde yaptığı bir konuşmada Ermeni soykırımını tanımıştı.
Fransa Parlamentosu, daha
sonra, Ermeni soykırımını inkar edenleri cezalandırmayı öngören bir yasa kabul etmişti; ancak bu yasa Fransa Anayasa Konseyi tarafından anayasaya aykırılık sebebi ile iptal
olunmuştu. Son olarak, gene Fransa Anayasa Konseyi, verdiği bir kararda bir cürümün soykırımı sayılması için yetkili
mahkeme tarafından bu yönde bir
kararın bulunması gerektiğini gerekçesine yazmıştır.
İsviçre ceza
yasasının mükerrer 261
maddesi (hangi soykırımı olduğuna
açıklık kazandırmadan) “bir soykırımının” inkarını cezalandırmayı öngörmektedir. İsviçre Mahkemesi, o ülkede
Ermeni soykırımı konusunda bir genel kanaat
(consensus) bulunduğu gerekçesi ile,
“Ermeni sohkırımı bir uluslararası yalandır” diyen Doğu-Perinçek’i soykırımını inkar yoluyla
ırkçılık yapmaktan mahkum etmişti. Bu karar, soykırımını inkarın keyfi biçimde
cezalandırılması örneğidir. Ancak,
İsviçre yargısı bu alanda kendi
içinde çelişkilidir; hatta
ayrımcılık taşıyan uygulamalara da imza atmıştır. Üç yıl önce, iki
İsviçreli gazeteci, Uluslararası Adalet Divanı tarafından kabul edilen kesinleşmiş hüküm haline dönüşmüş bulunan
Srebrenitsa soykırımının, soykırımı sayılamayacağını yazmışlardı. Haklarında
soykırımını inkar davası başlatılmış, ancak her iki gazeteci de bu suçtan aklanmışlardı. Zira,İsviçre yargısı bu gazetecilerinbu
söylemle ırkçılık yapmak istemedikleri
sonucuna varmış, böylece soykırımının
inkarı fiiline, inkarın ırkçılık amacı ile yapılması koşulunu
eklemiştir. Soykırımı suçunun
inkarının cezalandırılması konusunda
uluslararası camiada tek düze
uygulama yoktur.
Öte yandan, çok
sayıda ülkenin yargısının, Yahudi
Kırımını (Holokost’u) “varlığı kesin olarak saptanmış bir gerçeğin
inkarı ” sayarak
cezalandırdığını görüyoruz. Bunun
hukuksal dayanağı, savaş sonrası toplanan Nürnberg mahkemeleri kararlarıdır.
Yeri gelmişken hemen ilave edelim: uluslararsı yargıya göre Ermeni
olayları ile Holokost arasında paralelllik yoktur.
Herşeyden
önce, salt hukuk tekniği açısından ,
Holokost, soykırımı suçu değildir
“kategorisine girer. Bunun sebebi, Soykırımı Sözleşmesinin 1948 yılında
yapılmış; 1951 yılında yürülüğe girmiş;
ve geriye doğru işletilmeyeceğinin Uluslararası Adalet Divanı tarafından nihai hükme bağlanmış olmasıdır; Holokost suçu
Uluslararası 1948de Nürnberg mahkemesi tarafından varlığı saptanmış bir
karardır . Ermeni tehcirinin soykırımı olduğuna dair bir yetkili mahkeme kararı bulunmamaktadır.
Perinçek-İsviçre davası
AİHM’nin bu
dava hakkında verdiği karar
konumuz açısından çok önemlidir. B u nedenle anılan kararı daha
ayrıntılı nolarak ele aldık.
Dr. Doğu
Perinçek, İsviçre’de yaptığı üç toplantıda, “Ermeni soykırımı bir uluslararası yalandır” dediği için Lozan Kent (Polis) Mahkemesi tarafından Ermenilere yönelik ırk
ayrımcılığı yapmaktan mahkum edildi.
İsviçre Ceza Yasasınıu mükerrer 261. maddesi “bir soykırımının inkarını
cezalandırmaktaydı. İsviçre yargısı, kararını,
Ermeni soykırımı konusunda
İsviçre’de bir oydaşma
(konsensüs) bulunduğu tesbitine
dayandırdı. Dr. Perinçek, temyiz
başvurusunda bulundu. Reddedilince
kararı İsviçre Federal Mahkemesine götürdü. Bu da reddedilince, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi nezdinde İsviçre aleyhine, hakkındaki mahkumiyet kararının
iptali için, 2008 yılında dava
açtı. 7 hakimden oluşan AİHM İkinci
Dairesi bu başvuruyu beşe karşı iki oyla Perinçek lehinde karara bağladı. Bu
karara itiraz eden İsviçre Adalet Bakanlığı
(Hükumeti adına), nihai kararı verecek olan AİHM Büyük
Dairesine kararın iptali için başvurdu.
Bu başvuru üzerine davayı yeniden
görüşen AİHM Büyük Dairesi, İsviçre yargısının
Perinçek hakkında verdiği mahkumiyet kararını bozulması kararını 15 Ekim 2015 tarihinde
yeniden iptal etti Bu karar
pek çok yönden önemlidir.
Özetleyelim
-AİHM 1915 olayların ın soykırımı olup olmadığı hakkında bir
hüküm oluşturmamıştır. AİHM 1915 döneminde yaşananların uluslararası hukuk bağlamında soykırımı
olduğu konusunda karar vermeğe
yetkili değildir.
– 1915 döneminde Anadolu’da
yaşanan tehcirin soykırımı olmadığını,
iddianın bir uluslararası yalan olduğunu söyleyen Dr. Perinçek’in bu
sözleri ifade özgürlüğü çerçevesine
girer adıgeçenin
bu söylemi, Avrupa İnsan Haklari Sözleşmesinin
ifade özgürlüğüne ilişkin 10 maddesi tarafından korunmaktadır. İsviçre’nin
Ermeni soykırımını inkar sureti ile
ırkçılık yaptığı iddiası ile Dr. Doğu Perinçek’i mahkum etmesi AİHS’nin ihlalidir. Dr. Perinçek sözlerinde,
açıkça ırk ayrımcılığı içeren
sözler söyleseydi ya da şiddet
kullanımına ya da nefret celbine yönelik
sözler kullansaydı, sözleri AİHS’nin
ifade özgürlüğünü koruyan 10.maddesi
çerçevesinde mütalaa
edilmezdi.
– Benzer şekildse,, o dönemde yaşananların
soykırımı niteliği taşıdığı söylemi de
AİHS 10 maddesinin koruması
altındadır. AİHM Hrank Dink kararında bu
yönde hüküm oluşturmuştu
-1915 tehcirine bağlı olarak yaşanan trajediler, Yahudi
Kırımı (Holokost) ile aynı kategoride mütalaa edilemez.
Holokost’un (Yahudi kırımının) inkarı
nefret celbine yöneliktir, hoşgörüsüzlüktür.
-AİHM, Dr. Perinçek’in
sözlerinin ırkçı ve demokrasi karşıtı
olduğu savına katılmamıştır. Dr. Perinçek’in sözlerinde Ermenilere karşı
şiddete başvurma çağrısının bulunmadığı AİHM tarafında teyid edilmiştir. AİHM’e göre, İsviçre mahkemesinin bu konuda sahip olduğu takdir
yetkisi sınırlıdır. Ayrıca
antisemitizm olgusuna benzer bir
Ermeni karşıtlığının bulunmadığı
karardan anlaşılmaktadır.
AİHM
Büyük Dairesinin kararı bıçak sırtı ekseriyetle
alınmıştır
2. Daire kararı 5
e karşı 2 oyla alınmıştı. Büyük Daire
kararına 17 yargıç katılmış 10 üye
İsviçre talebine karşı oy kullanmış, 7 yargıç ise İsviçre’nin
talebinin onaylanmasını
istemiştir[36]. Büyük Daire kararı bıçak sırtında alınmıştır. Bunda AİHM Başkanı
Spielmann’ın davanın görülme tarihlerini 1915’in yüzüncü yılı anma etkinlikllerine yakın tarihlere koyması,
davaya müdahil olmalarına izin v erdiği oluşumların aslında
davaya taraf olma niteliğini taşımamaları
ve müdahele için verdikleri
belgelerin dava konusu ile değil, Ermeni soykırımı savını savunmaya ilişkin olduğu gibi hususlar
vardır; bu katılma talepleri kanımızca kabul
edilmemeliydi.
Büyük Daire kararı sadece İsviçre açısından değil, 1915 olaylarının soykırımı
olarak tanınmasını talep eden Ermeniler bakımından da
büyük b,r yenilgidir
-Ermeni
tarafı, 1915 soykırımı iddiasının yüzüncü yılı faaliyetleri
münasebeti ile Avukat bayan
Amal Clooney gibi maganzisel
unsurları da kullanarak, yoğun propaganda faaliyeti yürütmüştür. Ermeniler b u dava için büyük paralar
harcadılar ve AİHM yargıçları nezdinde
cidi baskılar uyguladılar..
-
Bu meyanda Hristiyan dünyasını harekete
geçirmek için Papa devreye sokulmuştur. Dinsel dayanışma öğesinden,
kötüye kullanılacak ölçüde
yararlanılmıştır.
Ermenilerin amacı AİHM’nin
bu olayın soykırımı olduğu yolunda bir karar vermesini sağlamaktı;
Ermeni soykırımının tartışılmaz bir tarihsel gerçek ve
Yahudi kırımından farksız olduğunun
bir olayın soykırımı olduğu
hakkında yetkili mahkeme tarafından verilmiş bir karar bulunmasa
bile, o olayı , ülke kamu oyunun
soykırımı sayması hakkında
(ittifak değil) ama oydaşma bulunduğuna dair yargıç kanaati oluşmuşsa, o eylemlerin
soykırımı olarak kabulünün sağlanması
istenmekteydi . Bu görüşü yadsıyan kişi mahkum edilecekti. AİHM bu yaklaşımıkararı ile reddetmiştirSOYKIRIMI İDDİALARI
VE TARİH YAZIMITarih yazımı
subjektiftir; bu nedenle aynı olay konusunda çok farklı tarihler yazılmış, farklı ve çelişkili
yorumlar yapılmıştır.
“Tarih olayları belli bir neden-sonuç ilişkisi içinde anlatan;
herkesin hukuki veya hukukvari argümantasyonuna uygun düşecek kanıtları seçtiği
ve çekip çıkardığı bir bilgi-belge ambarı değildir. Oys ,halen tarih, kimi
siyasetçiler, medya mensupları ve
bazı tarihciler tarafından ikendi
siyasal söylemlerini desteklemek
için kullanılmakta , böylece tarih hukukun tutsağı olmaktadır….
Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin amacı ise izah
etmektir. Hukuk yargılar, oysa tarih değer yargısından uzak durur… Kavram
kargaşasından kurtulmak için yapılacak
ilk iş, tarihsel düşünce sistemini,
hukuksal düşünce sisteminden ayırmaktır“[37]
Tarihçinin ya da
siyasetçinin bir olay hakkındaki
kanaati dogma haline
dönüştürülürse ve farklı görüş belirten kişi
inkarcılıkla suçlanır ise,
içinden çıkılamayacak bir uzlaşmazlık
doğar.
Ermeni militanlar
v e Ermeni Hükumeti 1915
Ermeni tehcirinin soykırımı olduğunun
tartışması bile yapılamayacak kesin bir tarihsel gerçek olduğunu
ısrarla iddia ediyorlar.. Burada, “kanaat” ile “hukuksal
gerçek” arasındaki fark
bulunduğunu kavramaMIZ ve
muhataplarımıza anlatmamız gereklidir. Bir uzlaşmazlığın taraflarından biri , kanaatini
dogma haline getirir ve kesin gerçek oldığunun tartışmasız
kabulünü ister ise, o konuyu akıl
yolu ile irdeleme ve tartışma
olanağı ortadan kalkar İşte, biz
Ermeni soykırımı iddiaları konusunda böyle bir durumla karşı karşıyayız
Bir eylemin soykırımı olup olmadığına tarihçiler karar verebilir mi?
Geçmişte vuku
bulan bazı hukuksuz ve yasa dışı uygulamaların
niteliğine ilişkin iddiaların
hukuksal yönünün -bu meyanda- soykırımı suçlamasının irdelenmesinin tarihçilere havalesi önerisi
ile sık sık karşılaşıyoruz.
Tarih
yazımı, eylemin (fiilin) maddi
unsurlarını anlatır. Tarihçi irdelediği eylemlerden hareketle ,
kendi yorum ya da değerlendirmesine de yer verebilir. Ancak, bu yorum ve
değerlendirmeler hukuksal temelden çoğu
kez yoksundur.Tarihçi hukukçu değildir.Soruna siyasi yönden yaklaşanlar ise konuyu
siyasal açıdan değerlendirirler.
Tarihçi, geçmiş hakkında araştırma yapan ve
bulgularını sunan – ama bunu
yaparken kendi çağında yaşayan ve o çağın
değerlerinin büyütecinde , farklı
bir değerler sisteminin yaşandığı
geçmiş dönemi irdeleyen bir bilim insanıdır .Ünlü Fransız toplum
bilimci, filozof Raymond Aron, geçmişin
“olması beklenen hali” ile , gerçekteki durum arasında fark olduğunun altını çizmişti. Zira , geçmişi etkileyen ekonomik, toplumsal, hukuksal ve dinsel
öğeler farklıdır. Geçmiş hakkında seçilerek
sunulacak bir kaç kanıt bizi belirli bir
sunuma “inanmaya”
yönlendirebilir. .
Tarihçi araştırmasına
bembeyaz bir sahife ile başlamaz; neyin mümkün olup olmayacağı, neyin
hangi anlama geldiği konusunda eğitiminden,
birikiminden, toplumsal, dinsel ve siyasal düşüncelerinen kaynaklanan ön kabullerle yola
çıkacaktır. Bu da zorunlu olarak tarihçiyi elindeki veriler ve bunların
izahı ve nasıl bir araya getirilerek
sunulacağı konusunda bazı seçimler yapmağa
zorlar. Her seçim, tanımı ve yapısı icabı sübjektiftir.
R.F. Atkinson ,
Tarih Felsefesine Giriş başlıklı kitabında, “Tarihçiler neden aralarında
uzlaşamazlar? Tarih neden her dönemde yeniden yazılır? “ sorularını sormuştu. Tarihçilerin
anlatımlarında bir seçim yapmak zorundırlar.Bu
seçimi etkileyen ilkeler, kişiye veya zamana göre değişir ve çok farklı olabilir. Tarihçi uyacağı ilkeleri, çalışmasının başında
bizzat seçmek ve koymak durumunda
kalır.Bu da objektif
değil, subjektif bir tarih anlatımı
sürecini tetikler. İşte ,Türk
Ermeni ilişkilerinin tarihi ve yaşanan
trajediler hakkında tarihçiler ve diğer sosyal bilimciler
arasında görüş farkı bulunmasının sebebi
budur
Yargıçlarise ,hukuksal değerlendirme ve
yargılama sonucunda, yasanın gerektirdiği hukuksal – yargısal irdelemeyi
– hem usul ,hem de içerik açısından- yaparak , (konu soykırımı ise, ceza
yasasının öngördüğü cezalandırma veya
aklama )
sonucuna varırlar. Tarihsel ve siyasal
açıdan yapılan değerlendirme ile
hukuksal değerlendirme sonuçları
farklı olabilir.
Bu açıdan, Ermeni soykırımı iddialarının incelenmesi ve
o olayların soykırımı olup olmadığı hakkında bir karar alma sorumluluğunun tarihçilere bırakılması görüşüne katılmam.
Tekrar pahasına
bu konudaki görüşümü
yineleyeyim:Tarihçinin görevi ve sorumluluğu , hele tarihte vuku bulmuş
olaylar hakkında, fiilin varlığını saptamak
ve yansıtmaktır. Ancak Sözleşmede kayıtlı fiillerden birinin saptanması
o fiilin soykırımı sayılması için yetmez. Varsa , o cürüm,
zaten ulusal yasalara göre suçtur. Ama, bir fiilin
veya cürümün soykırımı sayılması için -sadece kasıt değil-
özel kasıtla yapılması gerekir. İşte, bu özel kasıtın bulunup bulunmadığı konusunda tarihçi de siyasetçi de karar verme yetkisine sahip değildir.
Bu nedenle soykırımı iddalarının gerçeği yansıttığı savının irdelenmesi, tarihçilere veya İsviçre’nin yaptığı gibi,
bir ülkede var olduğu iddia edilen
oydaşmaya (consensus’a) havale
edilemez
Tarihe Özgürlük Girişimi-Blois
Çağrısı
Politikacıların yasa çıkararak ya
da siyasal karar alarak tarihsel konuları karara bağlama girişimleri karşısında,
çok sayıda tarihçi, düşünür, insan
hakları savunucusu ve yazar bir [T1]araya gelerek “Tarihe
Özgürlük Girişimini” oluşturmuşlar ve “Blois Çağrısını”
imzalayarak yayımlamışlardır. Bu çağrı imzalamak isteyen herkesin katılımına açıktır. “Blois Çağrısı”
şöyledir:
“Tarihe
Özgürlük Girişimi 2005 yılından bu yana,
yasama erkinin, geçmişi suçlama eğilimi
ile mücadele etmektedir.Bu eğilim tarih
araştırmalarının önüne gittikçe
artan ölçüde engel çıkarmaktadır. 2007
Nisan ayında Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinin kabul ettiği Çerçeve Kararı, o zamana kadar
sadece bir Fransız sorunu olan bu konuya uluslararası boyut kazandırmıştır.
Anılan
Çerçeve Kararı, gerekliliğini sorgulamadığımız
Irkçılık
ve Yahudi düşmanlığının ortadan kaldırılması
adına, Avrupa Birliği içinde, tarihçilere, mesleklerinin ifası ile
bağdaşmayan yasaklar getirmekte ve tarihçilerin mesleklerini yapmalarını tehdit
altına sokacak yeni suçlar icat
etmektedir. Tarihe Özgürlük
Girişimi, 2008 yılında yapılan ve Avrupalılara ithaf edilen Blois Buluşması münasebetiile
aşağıdaki kararı kabul etmeğe davet
eder:
Geçmişe yönelik tarihsel ahlak
dersi verme girişiminden ve entellektüel
açıdan sansüre tabi
tutulmaktan endişe duyarak, Avrupalı tarihçileri ve
politikacıları sağduyulu davranmaya çağırıyoruz.
Tarih güncel olayların tutsağı olmamalı ve birbiri
ile yarışan hafızaların dikte ettiği
şekilde yazılmamalıdır. Özgür bir Devlette, siyasal otorite tarihsel gerçeği
saptayamaz ve bunu kabul etmeyeni cezalandırma tehdidi
ile tarihçinin özgürlüğünü kısıtlayamaz.
Tarihçilere, bizim yaptığımıza
benzer girişimler oluşturarak, ülkelerindeki tüm güçleri bir araya toplama ve
ilk aşamada bu çağrıyı imzalayarak,
bellek yasaları çıkarma akımını durdurma çağrısını yapıyoruz.
Siyaseten sorumlu olanlardan, kollektif belleği
sürdürme görevine sahip çıkmakla
birlikte, tarihçinin mesleği ve genel olarak entellektüel özgürlükler
üzerinde ciddi sonuçlar doğurabilecek , yaptırımı bulunan yasalar marifeti ile, geçmişe dönük
bir Devlet gerçeği oluşturmama
bilincinde bulunmalarını talep ediyoruz
Demokrasilerde tarihe özgürlük, hepimizin özgürlüğüdür.
Pierre
Nora, Tarihe Özgürlük Başkanı
Fransa
Parlamentosunun kabul ettiği Accoyer Raporu
Tarihe Özgürlük Girişiminin bu çağrısı
Fransa’da da yankı bulmuş ve Fransa Parlamentosu Başkanı Bernard Accoyer
başkanlığında toplanan bir Komisyon, yasama erkinin yargı erki yerine
geçerek tarihsel olayları suçlayan yasalar
çıkarmaması gerektiği sonucuna varan bir rapor yazmıştır. Bu rapor
Fransa Parlamentosu tarafından onaylanmıştır. Raporda, tarih konusunda yasa ile hüküm
oluşturmanın Fransa Anayasasına aykırı
olduğu, bunun düşünceyi ifade özgürlüğüne zarar vereceği, tarih biliminin
temelini zedeleyebileceği [38], diplomatik
rahatsızlıklar doğurma riskini de
taşıdığı belirtilmiştir. Rapor “bellek görevini yapmak” kav ramının muğlaklığı üzerinde durmakta, kavramın ahlaksal işlevinin altını çizmekte, hem entellektüel,
hem de ahlaksal açılardan sorun yarattığına işaret etmektedir. Raporda ünlü
Fransız filozofu Paul Ricoer”ün[39] bellek
çalışması kavramını, “bellek ödevi” uygulamasının önüne çıkardığına işaret
edilmektedir . Paul Ricoeur’e göre: “Ötekinin tanıklığına dayanan bir tarih
bilgisi, sözcüğün gerçek anlamı ile
bilgi değildir, inanma yoluyla bilmedir (Tarih ve Anlatı Sh.20)” ;”hazır bir
tarihsel gerçeklik bulunmamaktadır” .
Konumuz
açısından Paul Ricoeur’ün en önemli
yapıtı, 2000 yılında Paris’te Seuil Kitabevi tarafından yayımlandı.Başlığı:
“B ellek Tarih ve Unutma”. Ünlü Le Monde gazetesi de 15 Haziran 2000
tarihinde Ricoeur’ün “Tarih Yazımı ve Geçmişin Sunumu” başlığı altında bir yazısını yayımladı. Ricoeur’un
“Zaman ve Anlatı’da ki” sözleri konumıuz açısından önemlidir: ” Tarihçi tarafından yaratılmış tarihsel gerçeklik, anlatıcı
tarafından yaratılmış bir kurmaca anlatıya benzer.(Sh.27)”;”Eylem,
her zaman, olayların yaratıcısı ya da kurbanları olan bireysel edenlere mal edilebilir (Sh. 26)”:”Geçmişte var olmuş ve
belgeler tarafından belirlenmiş olguları bir de terimlerle adlandırmaya (tanımlamaya)gerek var mı.?.Hem de
belgelerdeki sözcüklerin kendi tarzlarındaki
tanıklıktan başka bir şey yapmadıklarını, yani bir eleştiri konusu olduklarını
unutma tehlikesini göze alarak (Sh.
25)”” Anlatılanlar, sadece gönüllü tanıklıklar sınıfına dahildir. Bunların tarihe etkisini, istemeden
yapılan tanıklıklar yardımı ile azaltmak
gerekir. (Sh.23)”” Tanıklığın eleştiriisi gerçekliğin sınanmasıdır.
İster bir olayı yaşayan kişi ve olayın vuku bulduğu tarih üstüne yanıltma-yani
hukuksal alanda düzmece-, ister işin özü
bakımından bir yanıltma (yani intihal, uydurma,değiştirme, önyargı veya
söylenti olsun) tarih her türlü düzmeceliğe karşıdır (Sh. 24).[40]
Görüldüğü
gibi, Paul Ricoeur”un görüşlerine görece ayrıntılı biçimde yer verdik. ,
Bu görüşler bizim Ermeni soykırımı söylemi konusundaki eleştirel görüşlerimizi de yansıtmaktadır.
SİYASAL
AÇIDAN SOYKIRIMI
Yetkili bir
mahkeme tarafından verilmiş ve kesinleşmiş bir
karar bulunmayan durumlarda
bazı siyasetçiler,akademisyenler,
kimi medya mensupları, tarihçiler ve diğer
yorumcular, bir eylemin, hukuksal bağlamda olmasa bile ,
siyasal anlamda soykırımı olduğunu ileri sürerler.
Pek çok
parlamento, senato, yerel meclis Ermeni
soykırımını tanıyan beyan
niteliğinde kararlar almışlartır. Bu
kararların tümü siyasaldır; kanaat
açıklaması niteliğini taşır. Bu kanaat zamana ve koşullara göre değişebilir. (AN Adalet Dşvanı da aynen böyle
söylemiştir) Hukuksal dayanaktan
yoksundur
Yetkili bir
mahkeme tarafından varlığı saptanmamış olan
eylemlerin soykırımı olduğuna
yönelik siyasal bildirilere
karşı gösterilen tepkiler de siyasal nitelik
taşır.. Kanaat açıklamalarına
gösterilen karşı tepki, parlamentonun, belediye meclisinin, akademinin, (örneğin Universite Senatosunun) yayımladığı bildiri biçiminde olabilir. Bazı siyasal gruplar
kendi ülkelerini soykırımı ile
suçlayan ülkenin tarihte yaptıkları -ve soykırımımı olduğu
yetkili mahkeme kararı ile tesbit edilmemiş – mezalimi soykırımı
olarak niteleyen karşı bildiriler
yayımlamışlardır. (Örneğin Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamın soykırımı
sayılması)
Hukuksal dayanağı bulunmayan soykırımı suçlamalarına , yürütme erki de tepki gösterir. Bu tepkiler arasında, Hükumetlerin, yasama meclisi soykırımını tanıma kararı alan ülkedeki
diplomatik temsilciyi bir süre geri çekmesi ya da o ülke ile ticarette bürokratik
formaliteleri arttırarak,
ticareti frenlemesi ya da benzer suçlama içeren bildiri
yayımlaması gibi önlemler
vardır.
Bazı ülkelerin
Hükumetleri ise , yasama meclislerinin
kabul ettiği (örneğin:Ermeni
soykırımını tanıma) kararına katılmadıklarını ilan etmişlerdir . (Örneğin :
İsveç)
Kimi Hükumetler veya devlet adamları, soykırımı yerine
alternatif sözcükler kullanmışlardır.
Örneğin ABD Başkanı Obama Ermenice
“Büyük Felaket” anlamına
gelen “Metz Yegern” terimini
telaffuz etmiştir..
SONUÇ
Ermeni
soykırımı suçlamaları sürecektir
-Soykırımı
dogmasının esiri olan Ermeni
militanların, Ermeni soykırımı iddialarından vaçgeçmeleri kısa ya da orta vadede beklenmemelidir. Bu onların
oluşturdukları bir “dogmadır” , bir “inançtır” ve Ermeni kimliğinin temel taşı haline gelmiştir. Ermeni
militanlar, soykırımı hukuku ve insan
hakları hukuku (insancıl hukuk) alanlarında
olduğu gibi, siyasal alanda da suçlama ve iddalarını sürdüreceklerdir. Bu aynı zamanda bir kısım
militanın ve kendilerini
dsetekleyen bazı akademisyenlerin veya hukukçuların geçim
kaynağı haline
gelmiştir.
Soykırımı
yerine İnsanlığa Karşı Suç kategorisine geçilmesi önerilecektir
-Ermenilere yol gösteren
ve onları destekleyen akademik çevreler ve kimi siyasetçiler, Ermenileri soykırımı iddiasına çeşitlilik katarak, Ermenilere
1915 olaylarını insanlığa
karşı suç kategorisinde suç saymalarına yönelik
tavsiyelerini sürdüreceklerdir. Bir
kısım Ermeni militanın soykırımı
savından tam vazgeçmemekle birlikte bu yolu tercih edeceği tahmin olunabilir. Hukuken
bu iddiadan da bir sonuç alamazlar; gene
de insanlığa
karşı suç konusunda gereken
hukuksal ve akademik hazırlıklar yapılmalıdır. “Türkiye Roma Statüsünü
onaylamamıştır, taraf değildir” gerekçesi ile hazırlıksız kalınmamalıdır.
Tazminat
talepleri devam edecektir.
–Ermeniler Türkiye’den
terk ettikleri mallar konusunda tazminat sağlamak için yargı yoluna
başvuracaklardır.
Türkiye’nin hukuk sistemi, malı olanın , bunu kanıtlayanın, yürürlükte
olan yasalara uymak koşuluyla , Türk yargısına
başvurarak hakkını aramasına olanak
tanımaktadır. (Adana’da ve Istanbul Sarıyer’de yargıya başvuran
iki telep sahibi davasını kazanmıştır. Benzer husus
azınlık vakıfları için de geçerlidir. )Bu da yargı yolunun
açıkmolduğunu ve sonuç sağlayabileceğini kanıtlamaktadır. Yargı
kararından memnun olmayanlar, iç hukuk yollarını tükettikten sonra, Anayasa
Mahklemesine , oradan da sonuç alamazlar
ise Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine gidebilirler. . Bu alanda iyelik hakkını kısıtlayan, kaldıran 1923 sonrası
mevzuatın gözden geçirilmesi v e çağdaş
insan
hakları hukukuna
uygun
hale getirilmesi gereklidir.
Onarıcı
adalet uygulaması talep edilecektir
–Son dönemlerde
yargının tatmin sağlayamadığı
durumlarda “onarıcı
adalet” önlemlerinin devreye sokulması önerilmiştir.
Aslında,
militan Ermeniler de -mevcut hukuksal çerçeve dahilinde ve zaten hakları bulunan alacaklar dışında-, Türkiye’den
tazminat alamayacaklarını bilmiyor değiller. Biliyorlar; ama,”Ermenilerin iyi pazarlık yapan
tüccar olduklarını “vurgulayarak,
taleplerini “pazarlık başlangıcı” olarak ileri
sürdüklerini söylüyorlar.
Amaçları, hukuken sağlayamayacakları tazminatı, “onarıcı adalet” başlığı altında -pazarlık
ederek- üzerinde uzlaşma
sağlanacak bir alel hesap ödeme olarak
sağlamaktır..
Ermeni-Türk
ilişkileri konusunda dile getirilmek istenen onarıcı adalet sigorta hukukunda Almanca:”kulanz”,
İspanyolca: “buona voluntad”, İngilizce “obligness”
kavramına benzer;
dilimizde”cemile kabilinden
ödeme” şeklinde karşımıza çıkar.
Onarıcı adalet kavramına yollama, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın
tarafından 2015 anma törenlerinde dile
getirildi Türkiye’de Profesör
Turhan Tarhanlı bu alanda çeşitli
makaleler yazdı.
Günümüzde
onarıcı adalet talebinde bulunanlar, Devletin politik bir jest
yaparak,”cemile” mekanizmasını harekete geçirmesini bekliyorlar. Bu jest -büyük ölçüde- kamu kaynaklarının
devreye sokulması ile finanse edilir. Özel şahıslar ve vakıflar da onarıcı
adalet mekanizmasına katkıda bulunabilirler. Örneğin, son olarak, Istanbul’da “Armen kamp” olarak
bilinen arsa ve yetim Ermeni
çocukları tesisi, şimdiki sahibinden,
eski sahibi olan Ermeni vakfına bedelsiz olarak verilmiştir.
Ancak,
nasafet(hakçalık) düşüncesini harekete geçirmek isteyenlerin , karşılıklılık beklentilerini de göz önünde tutmaları
gerekir. Militanların ve sivri uçların
gerginliği arttırmak için sürekli fırsat kolladığı bir ortam, onarıcı adalet adımlarını geciktirir, hatta engeller.
Bu itibarla onarıcı adalet taleplerini dile getirenlerin, hakçalık düşüncesinin
devreye girebileceği barışçı ve
yapıcı ortamı öncelikle sağlamaları amaca varmak için elzemdir.
Bazı
AB ülkelerinde AB Çerçeve Kararı
çerçevesinde soykırımını inkar
davaları açılabilir
-Avrupa
Birliğinin ” Irk Ayrımcılığı ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Çerçeve
Kararında” bulunan “soykırımını inkar edenin
cezalandırılmasına” ait kurallar,
bazı AB ülkeleri tarafından, o ülkede
tanınan soykırımı iddialarını inkar
edenleri mahkum etmek amacını güden
ceza yasası kurallarının dayanağı sayılabilir. Kimi ülke yargısı
bu yönde kararlar alabilir.
Fransa Cumhurbaşkanının Fransa’da
Ermeni soykırımını inkar edenin cezalandırılmasını öngören mevzuat değişlikliği Çerçeve Kararına dayandırılmak istenebilir.
Gerek Çefçeve Kararı, gerek ülkelerin mevzuatı incelenmelidir.
Soykırımını
yadsıma söylemi konusunda öneri
Yurt
dışında (özellikle Fransa’da, Yunanistan’da, Kıbrıs Rum
kesiminde, bazı başka AB ülkelerinde)
Ermeni , Pontus, Süryani, Keldani soykırımı savlarını yadsıyacak olanlar, “bu yadsımayı, 1948 Soykırımı
Sözleşmesi bağlamında yaptıklarını, 1915
tehcirinin soykırımı veya insanlığa karşı suç sayıldığı hakkında
yetkili mahkeme kararı olmadığını,
soykırımı suçunun esasını
oluşturan özel kasıt unsurunun
bulunmadığı görüşünü savunduğunu ,
görüşünün AİHS 10 maddesinde
öngörülen ifade özgürlüğü çerçevesine girdiğini” vurgulamalı,
ırk ayrımcılığı, nefret veya
şiddet celbine yönelik
sözcüklerden dikkatle kaçınmalıdır.
Yurt
dışında tarih kitaplarında Ermeni soykırımına yapılan referansları kaldırmak
için yapılabilecek çalışmalar
-Yurt
dışındaki sivil toplum örgütleri, tarih kitaplarında kayıtlı Ermeni soykırımı
savlarına karşı o ülkelerde hukuksal mücadele başlatmalıdır.. Bu hukuk
mücadelesinde , Ermeni soykırımı
suçlamasına okul kitaplarında veya
yardımcı kitaplarda yer verilmesinin, Türk
asıllı öğrencilerin düşüncelerini
değiştirmeğe zorlama amacını
güttüğü ve düşünce özgürlüğünü zedelediği vurgulanmalıdır. Kamu, bu hukuk ve yargı mücadelesinin giderlerini karşılamalıdır
Siyasal
ortamın ilişkilerde iyileşmeyi engellemesi
–
Türk Rus ilişkilerindeki gerginlik , Rusya’nın Ermenistanı bir üs olarak
mütalaa eylemesi, Karabağ ile işgal edilmiş
diğer Azerbaycan topraklarından geri çekilmeme gibi siyasal gelişmeler
muvacehesinde Türkiye Ermenistan
arasındaki siyasal ilişkilerde kısa vadede
bir iyileşme olmasını beklememekteyiz.
Soykırımı
hukuku alanında uzman yetiştirilmesi, yayın yapılması
-
Türkiye soykırımı hukuku, insan hakları hukuku, insancıl hukuk alanlarında
uzman yetiştirmeli ve yayın yapmalıdır. Bu eğitim, araştırma ve yayın
çalışmaları kamu tarafından finanse
edilmelidir.
Gerginliği
azaltmağa yönelik adımların
özendirilmesi
-Son
olarak kamu finansmanı ile tertiplenen ,
Türk ve Ermeni halklarının ortak geçmişini
anlatan (Dışişleri Bakan
Yardımcısının açılış konuşmasını
yaptığı) “Nar Niyetiyle-Türk Ermeni ilişkilerinde Unutmanın Değil
Hatırlamanın Zamanı” başlıklı Nisan
2016’da açılan sergiye benzer
kültürel faaliyetlerin
özendirilmesi iki toplum
arasındaki güven duygusunun güçlendirilmesine katkıda bulunacaktır. Başta Sn. Cumhurbaşkanı olmak üzere Türk Devlet
adamlarının -24 Nisan 2016 tarihinde yayımlanan
taziye mesajı dahil- uzlaştırıcı
bildirileri sürdürülmelidir.
Tarihe
Özgürlük-Adil Bellek söyleminde ısrar edilmesi
-Sanal
“tarihsel gerçek” konusunda sonu gelmeyecek tartışma yerine,
herkesin verilere – ve tabii konuyu düzenleyen, tüm taraflarca onaylanmış uluslararası hukuk metinlerine
-dayanarak sunacağı birbirinden farklı da
olabilecek bilgi ve belge değiş
tokuşuna, tarihe özgürlük çerçevesinde
başlanılması gereklidir. Bu bağlamda taraflar kendi görüşlerini ya da
yorumlarını -karşı tarafın hoşuna gitmese de- serbestçe açıklamalı,
muhataplar bu görüşleri hoşgörü ile dinleyerek, adil bellek arayışı
çerçevesinde, geçmişten ders almayı unutmayarak, eskiden yapılmış hataları
tekrarlamadan, belleği silmek amacını gütmeden,
birlikte ya da yanyana , barış içinde yaşanacak br geleceğe yönelmelidir.Bu yapılmaz ise kin ve nefret ateşi söndürülemez.
Son
Söz niyetine
-Türkiye
ile Ermenistan arasındaki ilişkileri
normalleştirmek için – genelde
yurt dışından başlatılan – çeşitli adımlar atılmıştır.Türk Ermeni Uzlaşma
Komisyonu (TARC) Girişimi, Viyana Paltformu, Türkiye ile Ermenistan
arasında imzalanan Zürih
Protokolleri bu çerçeveye girer. Ermenistan, Azerbaycan topraklarında işgal
ettiği reyonlardan çekilmeğe başlasaydı ve
Yukarı Karabağ konusundaki görüşmelerde bir ümit ışığı belirmiş olsaydı, Ankara ve
Erivan’da karşılıklı diplomatik
temsilciler göreve başlayabilir, kara sınırı da açılmış olurdu. (Havayolu sınırı zaten kapalı değil).Bu
da siyasal alanda
uzlaşma yolunda bazı ek, somut adımlar atılmasına olanak sağlayabilirdi.
Olmadı. Gene de diplomasiye paralel
biçimde, second track diplomacy olarak adlandırılan yöntemlerle arayışlar
devam etmelidir.
Ermeni
ve Türk halkları arasındaki kördüğümün çözümü
toplumsal psikoloji çalışmalarını gerektiriyor. Psikiyatrların incelemeleri, travmaların kuşaktan kuşağa
iletildiğini, kitlesel trajedinin ortak
zihinsel imge haline dönüştüğünü gösteriyor [41].
Uzlaşmazlığın her iki tarafı için de, “ötekinin” travmalarının ve
olmazsa olmaz sanılan dogmalarının gerçek
niteliğini kavramanın, kurulacak diyaloglarda uzlaşmak isteyenlere yol gösterici olacağı
yadsınamaz.
Bu
bağlamda, Istanbul’da katledilen Hrant Dink’in söylediklerine yollama yapmakta
yarar gördük: ” Ermeni’nin ve Türk’ün birbirleri ile ilişkileri ve
birbirlerinden etkileşimleri, öyle iki kelime ile geçiştirilecek bir
sıradanlıkta olmadı. Asırlar süren ilişkilerde birbirinden alınan o kadar çok
iyi ve kötü kimlik donanımları söz konusu oldu ki, kimi zaman davranış
biçimlerinde birini diğerinden ayırmak hayli güçleşir. Yaşanan birliktelik öylesine derin ki bu birlikteliğin bozuluşunu ihanet olarak
tanımlamayı, her iki tarafın da karşılıklı bir
argüman olarak kullanmasına
şaşırmamalı..[42].”
Söylemlere esneklik kazandırıp, katı hukuksal kalıpların
dışına çıkılarak, Türk vatandaşı Ermenilerin de
aktif katılımı ile, Ermenistan Ermenilerinden ve diyaspora
Ermenilerinden katılmak isteyenlerin iştiraki ile, barış kültürünü geri
getirmeyi sağlayacak ısrarlı diyalog arayışları özlenen sonuca ergeç katkı sağlayabilecektir.
Özellikle,
genç neslin birbirini tanıması ve ötekini “iblisleştirilme”
propagandasının sonuçta hiç bir yarar sağlamadığını bizzat saptaması icab eder. Çözüm istiyorsak,
alanı yaraları sürekli tahriş ile tedaviyi engellemek isteyenlere terk
etmemeli ve sorunun insani ve vicdani boyutlarını aklımızdan ve vicdanımızdan çıkarmamalıyız.
Biz
geçmişin unutulmasını, geçmişe ilişkin
bireysel veya toplu belleğin silinmesini istemiyoruz. Bu zaten mümkün
değildir. Hrant Dink “acıyı
sırtlayıp, onurla taşımak” gereğine değinmişti [43].
Geçmişe yönelik ortak çalışma, tarih
okumasında her iki tarafın da farklı önceliklere sahip olduğunu ortaya çıkarsa
bile, orta ve uzun vadede farklı görüşlerin taraflarca daha gerçekçi biçimde
algılanması mümkün olabilecektir. Bu alanda akademisyenlere önemli
görevler düşmektedir. Uzlaşmaya
yönelik adımların sürdürülmesi dileği ile….
Bodrum-Gündoğan,10
Mayıs 2016..
[1] Emekli
Büyükelçi Pulat Y. Tacar 1954 Mülkiye
mezunudur, Üsküp,Stuttgart ve Münih’te Başkonsolos;,Endonezya,Avrupa
Toplulukları ve UNESCO’da Büyükelçi , Daimi
Temsilci olarak görev yapmıştır. 1999 yılında “Terör ve
Demokrasi” adlı kitabı (Bilgi Yayınevi)
, Yunus Nadi Toplum Bilimleri Araştırma
Ödülüne layik görülmüştür. Ermeni sorunu konusunda çok
sayıda yayını vardır.
[2] Profesör Dr. İonna Kuçuradi Türkiye Felsefe Kurumu Başkanıdır. 2001
yılında Boston’da Dünya Felsefe Federasyonları Başkanlığına seçilmiştir
[3] Soykırımı
dönemini 19 yüzyılın son
çeyreğinden başlatıp 1923 yılına kadar
yayanlar var ; bunların amacı I.Dünya Savaşından sonra Ermeni Cumhuriyetinin Türkiye ile imzaladığı Kars Anlaşmasını
ve Lozan Anlaşmasını yok saydırıp,
yerine Sevr taslağını devreye sokmaktır.
[4] 1915 ten
başlayarak yapılan yargılamalarda Osmanlı mahkemeleri tehcir sırasında suç işleyenler cezalandırılmıştır. Osmanlı vatandaşı kimi görevliler ile bazı Osmanlı vatandaşlarının Osmanlı Ermenilerine karşı -yürürlükteki
Osmanlı yasalarına göre- suç oluşturan
bazı eylemler yaptıkları
yadsınmamaktadır. Tarih Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Halaçoğlu ve
Türkiye Cumhuriyeti Arşivler Genel Müdürü Yusuf
Sarınay yayımladıkları çok sayıda
kitap ve makalede Osmanlı Devletinin, Osmanlı yasalarına göre
suç işleyenleri kovuşturma ve cezalandırma görevini yerine getirdiğini
açıkladılar Bu amaçla, 30 Eylül 1915
tarihinde Soruşturma Komisyonları kurulmasına karar verilmiştir. 1915-1916
yıllarında Osmanlı Ermenilerine karşı
Osmanlı yasalarına göre suç
işleyenlerden 1673 kişi yargılanmıştır.
Bunlar arasında
binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, jandarma bölük komutanı rütbesinde
subaylar, polis komiseri, nahiye müdürü, tahsildar, kaymakam, belediye başkanı,
katip, sevk memuru, mal müdürü, tapu memuru, muhtar, telgraf müdürü, nufus
memuru, başkatip, Terk Edilmiş Mallar Komisyonu Başkanı gibi 170
kamu görevlisi vardır. Gerisi, çapulcu, çete üyesi veya halk arasından
gelen vatandaştır. 1916 yılı ortalarında
sona eren yargılamalar sonucunda 67 idam, 524 hapis, 272 beraat veya
yargılamanın reddi kararı verilmiştir. 69 kişi sürgün, pranga, para ve kürek
cezasına çarptırılmıştır . Bu
yargılamalar, pek çok başka yayında sözü edilen
ve Birinci Dünya Savaşı
sonrasında Istanbul ile ülkenin başka
yerleri işgal altında iken 1919 yılında
yapılan yargılamalardan ayrıdır.
[5] Prof. Dr. Taner Timur, “1915 ve sonrası.Türkler ve Ermeniler”,
Sh. 88, İmge Yayınevi: Sh. 105-106
[6] Prof.Dr. Justin Mc CARTHY, “Bırakın Tarihçiler Karar
Versin” Ermeni Sorunu Temel Bilgi ve Belgeler”. Derleyen : Ömer Engin Lütem ASAM , 2007
sh 47-63.
[7] Prof.
Dr. Taner Timur, “1915 ve
sonrası.Türkler ve Ermeniler”, Sh. 88, İmge Yayınevi: Atatürk 25 Nisan
1920 tarihinde Meclisin gizli oturumunda
yaptığı konuşmada şunları söylemişti:
” Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyanet gördükten sonra-
Kiliğkya’da Antep’te Maraş’ta Urfa’da, her nerede bulunurlarsa ahaliyi İslamiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan
zavallı kardeşlerimiz pek acı muamelelere maruz kalmışlardır” (TBMM Gizli
Celse Zabıtları c.Is.7 Ankara, 1985.
[8] Hayko
Bağdat, “Salyangoz”; Inkilap
Kitapevi, 2015. Yazar, bu kiştabında “Müslüman mahallesinde salyangoz
olmayı” anlatmış, Türk Eremilerinin
duyarlılığını izah etmiştir.
[9] Tal Buenos, “The Making of Genocide Memory” .Daily Sabah,
27.04.2016. Ermeniş soykırımı
terinminin nasıl ve kimler
tarafından tedavülü sokulduğunu anlatan
en kapsamlı yazı
budur.
[10] Tal Buenos, “ The Lemkin Hole in the Swiss Case” , Daily Sabah
01.08.2014 ve “The
Making of Genocide Memory” Daily
Sabah, 27.04.2016 makalelerinde Rafael Lemkin’in soykırımı
kavramının oluşgturulmasındaki rolü, afı geçenin ABD görüşlerine hizmet amacı ile
SSCB^’nin soykırmcı rolünükanıotşlamak için yaptığı
çaloşmalarını anlatır.
[12] Prof.Dr. Hüzeyin Pazarcı “Türk Dış Politikasının Başlıca
Sorunları” . Sh . 67 ;Ankara 2015, Turhan Kitapevi; Martens
kaydı ” Savaş yasalarının daha tamamlanmış duruma getirilmesine
kadar, Yüksel Akit Taraflar kendilerince kabul
edilen Sözleşmeler hükümlerinin kapsamadığı durumlarda toplulukların ve
savaşların uygar uluslar arasında yerleşmiş uygulamalardan, insanlık
yasalarından ve kamu vicdanının gereklerinden kaynaklanan uluslararası hukukun
ilkelerinin etkisi altında bulunduklarını uygun addetmektedirler” (Bkz. H.
Strebel. Marten’s Clause. Encyclopedia of Public International Law 1981/1989
Vol. 3. Sh. 252-253 den alıntı..
[14] Gregoryen
Ermeni Katolik veya Protetasn Ermeniler çok az istisna dışında tehcire tabi tutulmamıştı
[15] Evrensel yargı
yetkisi bir ülkede
suç işleyen bir zanlının, bir başka ülkenin mahkemesi tarafından
yargılanmasına imkan tanıyan sistemdir.
[16] Örmeğin
ABD , soykırımı kavramının babası sayılan Lemkin’i bordrosuna almıştı ve
Sovyetler Birliğinin işlediği soykırımı
suçların ın dosyasını hazırlattırmaktaydı.
[17] Madde 9:Sözleşmeye Taraf
Devletler arasında bu Sözleşmenin
yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırımı
fiillerinden veya 3. maddede belirtilen fillerin herhangi birinden bir
Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak
çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın
taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne
götürülür.
[18] Madde 3: Aşağıdaki eylemler
cezalandırılır. a)Soykırıkmında
bulunmak;b)Soykırımında
bulunulması için işbirliği yapmak;c)Soykırımında bulunulmasını doğrudan
ve aleni surette kışkırtmak;d)Soykırıkmında bulunmaya teşebbüs
etmek;e)Soykırımına iştirak etm ek
[19] Prof.
Dr. Hüseyin PAZARCI, “Türk Dış
Politikasının Başlıca Sorunları“
başlıklı yapıtında bu konuya ayrıntılılı biçimde değiniyor (sh.56-70
[20] Pulat TACAR
and Maxime GAUİN ,” State
Identity,Continuity ands Responsability The Ottoman Empire, the Republic of
Turkey and the Armeniam genocide: A Reply to Vahagn Avedian” European
Journal of International Law Volume 23,No.3 August 2012 (Pacta
sunt servanda and Lex Specialis
Principles Governing the Liabilities and Legal responsabilities of the Ottoman
State and of the Republic of Turkey) sh
831-835 )
( Türkiye,
24.07.1923 Lozan Anlaşması, 16.03.1921
Moskova ve 13.10.1921 Kars Anlaşmaları,
Fransa ile 20.10.1921 Ankara Anlaşması, nihayet, 24.12.1923
ABD-Türkiye tazminat Anlaşması ve bunun
eki olan 25.10.1934 tarihli Anlaşma ile
Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında
1923 yılına kadarki dönemle
ilgili olan tüm -karşılıklı- tazminat talepleri konusunu sonuçlandırmıştır
[21] Bu konuda ayrıntı
için bakınız: Pulat Tacar, “2015’te Türkiye’nin başına Ermeni Tsunamisi
çökecekmiş” Yeni Türkiye Cilt 5,
Sh.3629-3631
[22] AXA şirketinin başkanı Claude Bebear’a Ermenilerin
binlerce mesaj yolladığı, Başkanın tehdit edildiği ve Fransız siyasal partilerinin
de kendisine baskı yaptığı gazetelerde yer aldı. . ABD’de ki Ermeniler bu
konuda kendilerine az ödeme yapılmasından şikayetçi oldular, hakça dağıtım
istediklerini belirttiler. . www. armeniandiaspora. com/showthread.
php?39473-ANCA-on-AXA-Settlement
[23] Bunların avukatları Yagciyan, ve ortakları, Geragos ve
Geragos ile Kabateck Brown Keller. 20 milyon doların bir tavan olduğu ve poliçe
sahibi Ermenilerin taleplerinin bunun çok altında kaldığı, sağlanan paranın
büyük bölümünün avukatlara kaldığı söylentileri çok yaygın. Kime ne kadar
tazminat ödendiği belli değil.
[27]Aslan Yavuz
ŞİR, 2012; “Diaspora Ermenileri ve ABD Mahkemelerindeki Girişimleri”; Ermeni
Araştırmaları Dergisi, , No. 41 S. 113-140; Pulat Y. TACAR, (2011) “Türkiye’ye Karşı Hukuk Savaşı. Ermeni
Asıllı ABD Vatandaşlarının ABD Mahkemelerinde Açtıkları dacalar; Ermeni
Araştırmaları Dergisi, 10 Yıl, Öözel Sayı N. 37-38
[28] The Armenian Weekly sitesinde 27 Aralık 2010 tarihinde
“Dava edeceğiz “ başlığı ile yazan Geren Yegparyan adlı Ermeni ABD
mahkemelerinin kendileri için çok uygun bir alan olduğunu belirtiyor,
http://www. armenianweekly. com72010/12/27/yegparian-we%e2%809911-sue/?utm
[30] “Henr y Theriault 2012 yılında Lübnan’da
yapıldığ8ını yukarıda anlattığımız konferansta “uluslararası hukuk sisteminin toplu değil, bireysel haklara istinat
ettiğini ve bugüne kadar ileri sürülen Ermeni tazminat taleplerinin
karşılanması açısından yetersiz olduğunu” söyleyen kişidir.
[31] Bu bilgiler, raporun özetinden alınmadır.Raporun giriş
bölünü oluşturan 21 sahifesini ya da tamamını merak edenler, internette”
Resolution with Justice-Reparations of the Armenian Genocide- The Report of the
Armenian Genocide Reparations Study Group” yazarak, daha ayrıntılı
inceleme yapma olanağına sahiptirler.
[32] Pulat Tacar ve
Maxime Guain “ State Identity,
Continuity and Responsability, the Republic of Turkey and the Armenian Genocide
A reply to Vahagn Avedian” (Devlet Kimliği, Süreklilik ve Sorumluluk, Türkiye
Cumhuriyeti ve Ermeni Soykırımı. Vahan Avedyan’a Cevap), ,European Journal
of International Law Volume 21, No. 3, Ağustos 2012. Sh. 834
[33] ABD ile Türkiye arasında 24 Aralık 1923’te imzalanan
TazminatAnlaşması ve1934 yılında imzalanan Ek Protokol gereğince ABD
vatandaşlarına yapılan ödemeler konusu
Türkiye’ye ABD’de açılabilecek davalarındüşürülmesi açısındanönemlidir ((Report by Fred K. Nielsen on
American-Turkish Claims Settlement Under the Agreement of December 24, 1923 and
Supplemental Agreements between the United States and Turkey” :
Türkiye,
ABD uyrukluların Osmanlı topraklarında bıraktıkları ve el konulduğu iddia
edilen alacakların veya malların karşılığının ödenmesine dair 24 Aralık 1923
tarihli Antlaşmave onu izleyen 25
Ekim 1934 tarihli Protokol gereğince,ABD Hükümetine tazminat ve faizi
dahil 899,338,09 ABD doları(son taksiti Haziran 1943 olmak üzere)ödemiştir.Bu
paraABD vatandaşı olup,geçerlibaşvuru yapan hak sahiplerine ABDHükümeti
tarafındandağıtılmıştır. Konunun ayrıntıları, müzakereleri yürüten ABD
temsilcisi Nielsen tarafından yazılanbir Genel Rapor’dakayıtlıdır. Anılan raporun
ekinde yaklaşık 1900 ABD vatandaşı talep sahibinin adları ve talep ettikleri
miktarlar yazılıdır.Tazminat talebi,-ABDHükümetince- kabul edilmeyenlerin
listesi de raporda verilmiştir; bu listede kayıtlı soyadlarından yaklaşık
114Ermeni asıllı başvuru sahibi tesbit ettik. Bu Anlaşma-Ermeni asıllılar
dahil- tüm ABD vatandaşlarının tazminat taleplerini çözümlemiştir. Nielsen’e
göre bu düzenleme, aynı konudaki uluslararası uygulamalara uygundur. Benzer
hükümlerbaşka tazminatanlaşmalarında da vardır. Bu hükümlere göre, Anlaşma
gereğince yapılan ödemeler sonucunda,Anlaşmaya Taraf olan Devletler tazminat
talepleri konusundaki düzenlemenin tam ve nihai olduğunakarar vermiş
olmaktadırlar.Anlaşmanın II.maddesişöyledir: : “İki Hükümet yukarıda anılan
meblağın ödenmesi ileTürkiye Cumhuriyeti Hükümeti, kendisine karşı ileri
sürülmüş yukarıda kayıtlı tüm taleplerle ilgili sorumluluklardan
arındırılmış olacaktır; ayrıca 24 Aralık
1923 tarihli Anlaşmanın kapsadığı tüm talepler nihai olarak çözümlenmiş olarak
kabul olunacaktır”
[34] Bu
konuda diğer girişimlerin ayrıntıları
için bakınız: Pulat Tacar, “2015’te Türkiye’nin başına Ermeni Tsunamisi
çökecekmiş” Yeni Türkiye Cilt 5,
Sh.3629-3631
[35] Pulat Tacar, 2015’te Türkiye’nin başına Ermeni Tsunamisi Çökecekmiş !” Yeni Türkiye Ermeni meselesi Özel Sayısı”
Cilt V, sh.3618-3718
[36] AİHM Büyük Daire Davasında İsviçre lehinde karar verenler: Lüksemburglu
Başkan, Andora,Monako,Malta,Yunanistan, Hollanda ve Lituanya’lı yargıçlardır.
Dr.Perinçek lehinde karar verenler,
Lihtenştayn, Slovakya,Finlandiya, İsviçre,Fransa,İsveç,Çek Cumhuriyeti, Bosna
Hersek, ve Türkiye’li yargıçlardır.
[37]Prof.Dr. Stephane Yerasimos, Türkiye Bilimler Akademisinde 20 Mayıs 2002
tarihinde, “Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu” b aşlığını taşıyan bildiri. Bu
bildiri metni, Toplumsal Tarih Dergisi
Eylul 2002 sayısında yayımlamıştır. Ayrıca
bu konuda bakınız: Prof. Şükrü Hanioğlu “İşi Tarihçilere
Bırakmamalı” Zaman : 20 Ocak
2005 .
[38] Ahmet
INSEL, ” Bellek çalışması, bellek yasasına dönüştüğünde, bellek atık çalışlmaz olur;
donar. Mutlak’ın ve dogmanın esiri olıur”
Radikal İki, 15 Ekim 2006.Sayı 523
[39] 1913 doğumşlu olan ve iki yıl önce ölen
Fransız filozofu Paul Ricoeur’un
dili,mize aktarılmış kitapları şunlardır: Yapı Kredi Yayınları ..Zaman
ve Anlatı 1 Zaman-Olay Örgüsü Üçlü Mimesis 2007;Çeviri Üzewrine 2008, Zaman ve
Anlatı 2009. Ayrıca Paul Ricoeur
“Özel Sayısı Cogito”.
[40] Burada
verilen sahife numaraları ” Les Annales Dergisinin “1 Temmuz -Ağustos 2000 sayısında yayımlanan Paul
Ricoeur konfernsı metninin
sayfalafına işaret etmektedir.
[42] Hrant Dink, ” İki yakın halk, İki
uzak komşu” Hrant Dink Vakfı Kitapları No.1nHaziran 2008, sh. 22