CHP taş taş üstüne
koymadı
PROF. DR. Hakki Keskin [mailto:hakki@keskin.de]
Prof.
Dr. Hakkı Keskin
Siyasal Bilimci,
Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi
Uzun olmasına
karşın, çok önemli olduğuna inandığım bu inceleme yazımı lütfen okuyunuz ve en
geniş biçimde çeverenize yayınız. Teşekkürler.
AKP Genel Başkanı
ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“CHP taş taş üstüne
koymadı.” açıklaması ve gerçekler
28 Nisan 2018
tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete
düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı.
“CHP susuzluk,
çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. … Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz
istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”
Bu denli ağır
hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite
öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem
milletvekilliğimi Almanya`da yapmış olmama karşın, Türkiye`deki siyaseti
yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birisinden böyle bir konuşma
hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir diğer Avrupa ülkesinde de,
muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı
söylemleri duymadım.
Bu konu beni çok
büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir
liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt
vermeyi aynı zamanda yurttaşlık görevim olarak görüyorum.
Cumhuriyetin
Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu
Türkiye 1923’te
yoksul bir köylü devletidir. Ekmek ununun, tekstilin bile çoğu ithal ediliyor.
Salgın hastalıklar insanları ve hayvanları kırıyor. Tüm Türkiye’de sadece 337
doktor, 136 ebe ve 434 sağlık memuru bulunuyor. Okuma yazma bilenlerin oranı
yüzde beş düzeyindedir.
Tüm Türkiye’nin
sanayi üretimi, 20 bin insanın çalıştığı bir fabrika üretimi kadardır. Türkiye
tüm sanayi ürünlerini, demir-çeliğini, çimentosunu, kimyasal ürünlerini
dışarıdan satın alıyor. Tuz kaynaklarından tekel ürünlerine, demir yollarından
bankalara neredeyse her şey, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçları nedeniyle,
alacaklı devletlerin kurduğu Düyunu Umumiye’nin elindedir.
14, 15 ve 16.
yüzyıllara kadar birçok alanda Avrupa ülkelerinden daha gelişmiş düzeyde olan
Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1923 yılında bıraktığı miras gerçekten içler
acısıdır. Birinci Dünya Savaşını kaybeden, İmparatorluğa ait Arap Dünyası ve
Balkanlar elinden alınan ve hatta Anadolu’nun bile büyük bölümü işgal edilen
Türkiye, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerinden her
alanda iki-yüzyıl geride kalmış durumdadır. Bu geri kalmışlık, eğitimde,
sağlıkta, ekonomide, sanayide, tarımda, altyapı hizmetlerinde, ulaşımda,
haberleşmede, gerçekten de her alanda kendini tartışılmaz biçimde gösteriyor.
Osmanlı Devleti’nin
Çöküşünün Hızlandıran Nedenler
Kuşkusuz, Osmanlı
Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan
başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge
durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre
değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535 yılında Fransa, 1580
yılında İngiltere, 1612 yılında Hollanda, 1617 yılında Avusturya , 1678 yılında
Polonya, 1700 yılında Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke
girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar tanıyan “Kapitülasyon”
anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla
çöküşünün esas nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü
olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır.
1854 yılında
yabancı ülkelerden borç almaya başlayan İmparatorluk, 1876 yılında borçlarını
ödeyemez hale gelir ve iflas ettiğini açıklar. İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve
İtalya’dan oluşan alacaklı ülkeler, 1881 yılında merkezi İstanbul’da olan ve
ismine ‘Düyunu Umumiye’ denilen Alacaklı Ülkeler Komisyonunu kurarlar.
Böylece Osmanlı devletinin maliyesini, ekonomisini ve hatta siyasetini bu
devletler kontrol etmeye başlarlar. Devletin gelir kaynaklarına el konulur.
Osmanlı İmparatorluğu artık yarı sömürge durumuna gelmiştir. Batılı ülkeler,
Osmanlı Devletini “Boğazdaki hasta adam” (Der
Kranke Mann am Bosporos) olarak görmektedirler. Bu kavram o tarihten itibaren
literatüre de geçmiştir. Bu hasta adamın, Birinci Dünya Savaşı sonuna değin
yaşayabilmesi, onun dirayetinden çok, Osmanlı Toprakları üzerinde pay sahibi
olma yarışında bulunan İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki kızgın
rekabetten kaynaklanmaktadır.
Mustafa Kemal
Atatürk, Osmanlı Devletinin geri kalış ve çöküş nedenlerini, son derece
titizlikle araştırdığı 1929 tarihli Nutkunda ayrıntılarıyla belirtmekte ve
bundan Türkiye Cumhuriyeti için gerekli dersleri çıkartmaktadır. Hakimiyetin
kayıtsız şartsız millete ait olması ve her alanda tam bağımsızlık ilkesi,
Osmanlı Devletinin son 300 yıllık duraklama, geriye gidiş ve çöküşünün tarihi
gerçeğine dayanmak-tadır.
Osmanlı Devletine
hayranlık duyarak onu göklere çıkaranlar ve hatta “Yeni Osmanlılık”peşinde
olanlar, ne yazık ki bu gerçekleri bilmeden, ya da bilerek halkı aldatmakta ve
halktan bu gerçekleri saklamaya çalışmaktadırlar. Gerçekleri örtbas eden bu
bağnazlığı anlamak olası değildir.
Mustafa Kemal
Atatürk!ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve CHP Döneminde yapılanların
Özeti
Türk halkı, Mustafa
Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal
Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul
ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış,
ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler
düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir.
Bunun için kararlı
ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasi anlayışla, tam bağımsız ve kendine
yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan
Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.
Öncelikle halkın ve
ülkenin günlük kitlesel ihtiyaçları olan yiyecek, giyecek, temel sanayi
ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma
hamlesinde temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son
derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra devletçilik ilkesi benimsenerek,
beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli
hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka,
ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.
1925-1939 yılları
arasında yabancıların elinde bulunan ulusal varlıkların, şirketlerin, ve
bankaların tamamına yakını millileştirildi. Osmanlı Devletinden devralınan
borçlar geri ödendi. Gerekli ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra
1934-1938 yılları için yapılan ilk “Sanayi Planı” başarıyla uygulandı.
Aşağıdaki veriler,
ülkenin temel ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılamayı amaçlayan sanayileşme
politikasında elde edilen başarılı sonuçları göstermektedir.
1929-1939
yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler
ÜretimYıllar
|
1929
|
1939
|
artış (%)
|
İplik üretimi
|
23
|
90
|
42
|
Şeker üretimi
|
8
|
95
|
1008
|
Çimento üretimi
|
65
|
284
|
337
|
Krom üretimi
|
16
|
183
|
1044
|
Taşkömürü üretimi
|
1451
|
2696
|
86
|
Elektrik üretimi
|
106
|
253
|
233
|
Bakır üretimi
|
–
|
–
|
561
|
Cam üretimi (1000
|
–
|
–
|
419
|
Kağıt üretimi
|
–
|
–
|
745
|
Türkiye
|
4000
|
7326
|
55
|
Karayolu ağı (km)
|
29.636
|
41.600
|
41
|
1938 yılına
gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri,
lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri ihtiyaçları tamamen; tekstil, kağıt,
toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.
Dünya’yı sarsan
1929 ekonomik krizine karşın, 1933-1939 yıllarında Türkiye’nin yıllık kalkınma
hızı yüzde 9,1 olmuştur. 1938 yılında sanayi üretimi 1929 yılına kıyasla yüzde
80, ağır sanayi üretiminde ise yüzde 152 artmıştır. Türkiye’nin değişik
yerlerinde kurulan dokuma, çimento, şeker fabrikaları, kağıt, şişe cam ve
Karabük Demir çelik fabrikası, bu dönemde yapılmıştır. 1930 yılına kadar buğday
ve un ithal eden Türkiye, bu tarihten sonra buğday ihracatına başlamıştır.
Osmanlı toprakları
arasında bulunan ve zengin petrol kaynaklarının keşfedildiği Basra Körfezini
ele geçirmek amacıyla emperyalist ülkeler arasında başlayan kıyasıya yarış,
Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından yapılan ve imtiyazları kendilerine ait
olan 4,559 kilometre uzunluğundaki demir yollarının yapımına yol açmıştır.
Truva atı olarak nitelendirdiğim meşhur Bağdat Demir Yolu projesi bunun en
somut örneğidir. Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan için hazırlanan bir reklamda,
sultanlarımızın Demir yolu ağını Mekke’ye kadar götürdüğü övgüyle belirtiliyor.
Oysa Almanya İmparatorluğu’nun, bu projeyi demiryoluyla petrol kaynaklarına,
Basra Körfezine ulaşmak amacıyla yaptığı, anlaşılan bilinmemekte ya da
bilindiği halde böyle anlatılmaktadır.
1923-1940
yıllarında 3,208 kilometre yeni demir yolu döşenmiştir. Böylece yılda ortalama
250 km demir yolu yapılmıştır. Ayrıca bu sürede 12,000 kilometre yeni kara yolu
yapılmıştır.
Başbakan Erdoğan bu
heyecan veren, ulusal kalkınma hamlesini simgeleyen ve Türk halkını daha büyük
başarılara motive etmeyi amaçlayan “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört
baştan”… 10. yıl marşıyla alay ederek, “Nereyi ördü, hiç
bir şey örmüş falan değil… Demir ağıyla Türkiye’yi şimdi biz örüyoruz”
demektedir. Oysa AKP’nin 10 yıllık dönemde yaptığı demir yolu 1,085 kilometre,
hızlı tren hattı ise 888 kilometre olmak üzere toplam 1,973
kilometredir.Yapılan yıllık demiryolu ortalama 197 km de kalmıştır.
Görüldüğü gibi,
1929-1940 yıllarında o dönemin son derece sınırlı teknik olanaklarıyla ve
tamamen ulusal kaynaklarla ve ayrıca Almanya, Fransa ve İngiltere firmalarına
ait 4,559 kilometre uzunluğundaki demir yolları da millileştirilerek,
gerçektende mucizevi bir başarı sağlandı. 1923-1940 yıllarında, AKP
dönemindekinden daha fazla demir yolu yapıldığı, Devlet Demir Yollarının
verileriyle kanıtlanmaktadır. Sayın Erdoğan’ın, Atatürk döneminde kurulan Kamu
İktisadi Kuruluşları değerlerinin çok altında satılarak ve dış borç alarak
yapılan yolları, Atatürk döneminde sağlanan büyük başarıyı, hem de yanlış bilgi
vererek küçümsemeye kalkması, büyük nankörlük ve gerçekleri saptırmaktır.
624 yıl süren
Osmanlı Devleti’nin, 1923 yılında Türkiye’ye bıraktığı sanayi, tarım, ulaşım,
sağlık ve eğitim düzeyini, sadece 17 yıllık 1923-1940 yıllarındaki aynı
alanlarla kıyaslarsak, inanılmaz bir sonuçla karşılaşırız. Gerçekten de 17
yıllık sürede Türkiye Cumhuriyeti’nde ekonomide, sanayide, tarımda, ulaşımda,
eğitim ve sağlık hizmetlerinde sağlanan sonuç, Osmanlı Devleti’nin bu alanlarda
bıraktığı mirastan kat kat fazladır. (Bu veriler için bakınız: Hakkı Keskin, Die Türkei,
Vom Osmanischen Reich zum National Staat – Werdegang einer Unterentwicklung
(Türkiye, Osmalı İmparatorluğundan Ulusal Devlete – Geri kalmışlığın oluşumu,
Osmanlı Devleti’nin geri kalmışlık nedenleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısı). Berlin 1978.
Yılmaz Aslan, 1924-1938 yıllarındaki Türkiye ekonomisinin
temel göstergeleri olan Enflasyon, Türk Lirasının dolar karşısındaki değeri ve
GSMH büyüme hızına ait verileriyle, bizlere bu dönemin ekonomik gelişmeleri
hakkında ayrıntılı bilgi sunmaktadır. Osmanlı Devleti borçlarını ödemek
yükümlülüğünü üstlenen Türkiye’nin, yok denecek kadar az sanayisinin olduğunu,
Tarımın ilkel metotlarla yapıldığını ve nüfusun yüzde 90’nının köylerde
yaşadığını belirtiyor araştırmacı Aslan.
1924-1938
Yıllarında Türkiye’nin Temel Ekonomik Göstergeleri
Yıllar
|
Enflasyon
%
|
Dolar kuru
1 TL = $
|
GSMH Büyüme Hızı %
|
1924
|
10
|
1,68
|
14,9
|
1925
|
12.4
|
1,88
|
12,8
|
1926
|
– 8,5
|
1,83
|
18,2
|
1927
|
2,2
|
1,91
|
– 12,8
|
1928
|
– 0,1
|
1,94
|
11
|
1929
|
4,5
|
1,95
|
21,6
|
1930
|
– 25,4
|
2,2
|
2,2
|
1931
|
19
|
2,12
|
8,7
|
1932
|
– 5,7
|
2,12
|
10,7
|
1933
|
– 15,9
|
2.12
|
15,8
|
1934
|
0,5
|
1,71
|
6,0
|
1935
|
11,1
|
1,33
|
– 3,0
|
1936
|
5
|
1.26
|
23,2
|
1937
|
5
|
1.26
|
1,5
|
1938
|
– 4,2
|
1,26
|
9,5
|
Not: Eksiler mal ve
hizmet fiyatlarındaki düşünü – deflasyonu- gösteriyor.
Not: Bu
istatistikler için bakiniz, Yılmaz Arslan, 1923-1938 yılları arası Türk
Ekonomisi Bilgisi, kaynak, Aydan Özcan, 28.10.2013.). (Bakınız,
Yilmaz Arslan, 1923-1938 yılları arası Türk Ekonomisi Bilgisi, 28.10.2013).
Görüldüğü gibi bu
14 yıllık Atatürk döneminde Gayrı Safı Milli Hasılanın ortalama büyüme hızı
yüzde 11,4 olarak gerçekleşmiştir. Türk lirasının dolar karşısındaki değeri ise
bazı yıllardaki iniş çıkışlara karşın korunabilmiştir. Hatta Türk Lirasının
1935-1938 yıllarında dolar karşısındaki değeri daha da artmıştır. Enflasyonda
ise artışlar ve düşüşler göz önünde tutulduğunda, bu dönemin ortalamasında
yüzde birin de altında bir durum vardır.
Son derece önemli
bir diğer konu ise, diş ticarette açık verilmemesi başarılmıştır. 1930-1940
yıllarında yalnız 1938 de ihracat ithalatın gerisinde kalmış, diğer yıllarda
ise dışsatım gelirleri dışalımdan fazla olmuştur. Böylece ticaret açığını
kapatma sorunu ve dış borç alma zorunluluğu yaşanmamıştır. Sanayileşme
politikasında ve ekonomik ilişkilerde özel yeri olan Sovyetler Birliği ile
yapılan ihracat-ithalatta, mal takas sistemi uygulanmıştır. Atatürk döneminde
Osmanlı borçlarının tamamı ödenmiş ve yabancılara ait şirketler
millileştirilmiştir (bakınız, Hakkı Keskin, yukarda).
Atatürk döneminin
bu temel ekonomik göstergeleri inkar edilemez bir gerçeği açıkça
kanıtlamaktadır. Atatürk döneminin bu 14 yılı, 1950-2017 yıllarındaki tüm diğer
hükümetlerle karşılaştırıldığında, ekonomide hiç bir hükümetin ulaşamadığı bir
rekoru kanıtlamaktadır
1939-1950
Yıllarının Savaş Ekonomisi
Cumhuriyet Halk
Partisi, Türkiye’nin kuruluşundan 1950 yılına değin Türkiye’de iktidarı elinde
bulundurdu. CHP nasıl bir Türkiye ile yönetime başladığını ve 1940’lara değin
neleri başardığını yukarıda özetleye çalıştım. 1940-1950 yılları İkinci Dünya
Savaşı ve sonrası kısa dönemi içermektedir.Atatürk ile birlikte başlatılan
sanayileşme ve altyapı yatırımları 1939-1950 yılları arasında da sürdürülmeye
çalışılmıştır.
Ancak, Atatürk’ün
ölümünden sonra Nazi Almanya’sının Polonya’ya 1 Eylül 1939 tarihinde
saldırmasıyla, İkinci Dünya Savaşı sürecine girilmiştir. Kısa sürede
Türkiye’nin etrafında başlayan ateş çemberi ve bir yandan Almanya’nın, diğer
yandan da İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa katılmaya
zorladıklarına tanık oluyoruz.
Türkiye, bir yandan
büyük bir felaketi getireceği belli olan bu savaşa girmemeye, diğer yandan da
her an kendini savaşın içinde bulabileceği endişesiyle, savaşa hazırlık
stratejisi ve ekonomi-politikaları izlemeye başlar. Bu yıllarda buğday ve diğer
yiyecekler stoklanır, halkı zorlayan vergiler konur. Muhalefet partileri
tarafından İnönü’ye yapılan ve günümüze değin sürekli olarak tekrarlanan
kanımca haksız eleştiriler, izlenen bu savaşa hazırlık politikalarından
kaynaklanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin
tapusu olan Lozan Antlaşmasını büyük
bir siyasi başarıyla yürüten ve her zaman Atatürk’ün en yakın sırdaşı ve dostu
olan İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilir. İsmet İnönü
büyük bir siyasi ustalıkla, etrafında ateş çemberi olan Türkiye’yi savaşa
sokmamayı, böylece yüz-binlerce gencimizin yaşamını yitirmesini ve Türkiye’nin
büyük bir tahribata uğramasını önlemiş olur.
Tüm bu gerçekleri
bilmeyerek, ya da on-yıllardır süregelen Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet
karşıtı yanlış enformasyonlara inanarak, CHP tarafından Atatürk döneminde
yapılanları, görmemek, yadsımak ve halkın gözünde küçültmek, hatta “Taş
taş üstüne konmadı” iddiasını ortaya atmak, gerçekleri
ters yüz etmektir, çok büyük haksızlıktır. Bu iddiaları ortaya atanlar, daha
çok İslam dinini siyasetin aracı yapanların vazgeçemedikleri bir amaç haline
gelmiştir. Atatürk karşıtlığı ne yazık ki, AKP ideolojisinin temelini
oluşturmaktadır. Geniş medya desteğiyle gerçekleri örtbas etme uğraşlarına
karşın, Türk halkının ve gençliğinin ulusal kurtarıcısı ve büyük devlet adamı
Atatürk’e duyduğu kadirşinaslık, sevgi ve saygı daha da güçlenerek sürmektedir.
Atatürk’ten İsmet
Paşa’ya Türkiye Raporu
Cumhuriyetin
kuruluşunda Türkiye’nin içinde bulunduğu genel durumu, Mustafa Kemal’in hazırladığı
rapordan izleyelim.
Tarih 30 Ekim 1923.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ertesi günü, Mustafa Kemal Paşa, İsmet
Paşa’yı Köşk’e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları
İsmet Paşa’ya böyle sunar.
“SEVGİLİ Paşam,
Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur,hiç itiraz etme! Niye
seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.
Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette
biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes
edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi
bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu,
hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim
kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4,000 km kadar demiryolu
var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine,
batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz
acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile
bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni
Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz.
Bu durumu
düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım
ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası
hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı
136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç
milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.
Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor.
Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon,
motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini
dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve
İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina
sayısı 114,408.
Ülkeyi neredeyse
yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini
geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız
da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini
okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan
malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri
kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.
Raporlarda daha
ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna
da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi
çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü
gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için
iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği
geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir
anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir
örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle
yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli
egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine
yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak
zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı
yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği
kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak
istedim. Allah yardımcımız olsun!” (Bakınız, Turgut Özakman, Cumhuriyet – Türk
Mucizesi – 2. Kitap, İstanbul 2010,).
Araştırmacı Mesut
Karip, Cumhuriyet döneminde ve CHP yönetiminde (1923-1950 arası) yapılanların
aşağıda yıl yıl dökümünü sıralamaktadır. (Bakınız: Mesut Karip, blog-milliyet-com.tr.)
1923 – Anadolu
1923 – Türkiye
1923 – Türkiye
1923 – Uşak
1924 – Gölcük
1924 – Devlet
1924 – TC Ziraat
Bankası’nın
1924 – Cumhuriyet
|
1924 – Türkiye İş
1924 – Türk
1924 –
1924 – Türkiye
1924 – Anadolu
1924 – Bursa
1924 – Topkapı
1925 – Türk Hava
|
1925 – Eski
1925 – İstanbul
T.A.Ş.
1925 – Gazi Orman
1925 – Eskişehir
1925 – Sanayi ve
1925 – Adana
1925 – Adana ve
1926 – Türk
1926 – Eskişehir
1929 – Alpullu
1926 –
ilk haddehane
1926 – Tarım
Birlikleri
1926 – Amasya,
1926 – Kayseri
açıldı
1926 – Bakırköy
1926 – Uşak Şeker
1926 – Devlet
1927 – Bünyan
1927 –
Müdürlüğü
1927 – Ankara –
1927 – Emlak ve
1927 – Samsun –
demiryolları.
1927 – Bursa
1927 – Eskişehir
1927 – Ankara
Müzesi
1927 – Köy
1927 – İzmir
1928 – Anadolu
yabancılardan
1928 – Ankara
1928 – Ankara
1928 – Refik
Enstitüsü
1928 – Türk
1928 – İstanbul
Mensucat
1928 – Amasya –
1928 – Malatya
1928 – Kütahya –
1928 –
Kısıklı’da
1928 – Ankara
1928 – Gaziantep
1929 – Mersin-
yabancılardan
1929 – Ayancık
1929 – Trabzon
Santralı
1929 –
1929 –
Demiryolları’nın
alınması
|
1929 – Haydarpaşa
satın alınması
1929 – Kütahya-
Demiryolları
1929 – Paşabahçe
Fabrikası
1930 – Ankara –
1930 –
1930 – Ankara
1930 – Kayseri –
1930 – Ankara
1931 – Bursa-
yabancılardan
1931 – Gölbaşı –
1931 – Bölge
1931 – Tekel
1931 – Türkiye
1931 – Türk Tarih
1932 – Devlet
1932 – Samsun-
1932 – Diyarbakır
1932 – İzmir
satın alınması
1932 – Türkiye
1932 – Kütahya –
1932 – Ulukışla –
1932 – Halkevleri
1932 – Türk Dil
1933 – Eskişehir
1933 – Sümerbank
1933 –
1933 – Ulukışla –
1933 – İller
1933 – İstanbul
1933 – Zonguldak
1933 – Kayseri
1933 – Samsun-
yabancılardan
1933 – Halk
1933 – Yüksek
1934 – Bandırma-
Demiryolu’nun
alınması
1934 – Keçiborlu
1934 – Turhal
1934 – Isparta
1934 – Basmane
yabancılardan
1934 – Sümerbank
1934 – Bursa
1934 – Zonguldak
1935 – Aydın
satın alınması
1935 – Amortisman
1935 – MTA
1935 – ETİBANK
1935 – ETİMADEN
1935 – Türkiye
1935 – Türkkuşu
|
1935 – İstanbul
satın alınması
1935 – Ankara
1935 – Fevzipaşa
demiryolları
1935 – Paşabahçe
1935 – Elektrik
1935 – Zonguldak
1935 – Afyon –
1935 – Sümerbank
1935 – Ankara
1935 – Ayasofya
1935 – Dil ve
1936 – Ankara
1936 – Ankara
1936 –
yabancılardan
1936 – Haydarpaşa
1936 – Sümerbank
Fabrikası
1936 – İzmit
1936 – Elazığ
1936 – İzmir
1936 – İzmir
satın alınması
1936 – İstanbul
satın alınması
1937 – Sümerbank
Fabrikası
|
1937 – Kozlu
1937 – Çatalağzı
1937 – İstanbul
1937 – Ankara
1937 – Toprakkale
yabancılardan
1937 – Ankara
1937 – Urfa
1937 – Sümerbank
1937 – Denizbank
1937 – İstanbul
yabancılardan
1937 – Diyarbakır
1937 – Yozgat
1938 – Gemlik
1938 – izmir
satın alınması
1938 – Ankara
1938 – Divriği
1938 – Bursa
1938 – Murgul
1938 – Devlet
1938 – Eskişehir
1938 – İstanbul
satın alınması
1938 – Toprak
1938 – Sivas –
1938 –
|
Bütün bu
yapılanları görmemezlikten gelerek, hatta inkar ederek, “Taş Taş
üstüne konmadı” denilebilmesini, anlamak, hayret etmemek
ve hatta öfkelenmemek olasımıdır?
2002-2017 yıllarını
içeren 15 yıllık AKP hükümetleri döneminin ekonomi politikalarını, Atatürk
dönemiyle karşılaştırmak isterdim. Ancak bunun ayrı bir konu olduğunu ve
okuyucuları sıkabileceğini düşünerek, yorumumu bir kaç temel noktayla tamamlamak
isterim. Atatürk döneminin verileriyle aşağıda kısaca özetlediğim AKP
döneminin ekonomi verilerini lütfen sizlerin karşılaştırmanızı diliyorum.
AKP hükümetleri
2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri:
1) Milli Gelir ortalama olarak yılda yüzde 4,8
olarak büyümüştür.
2) Enflasyon ortalama olarak yılda yüzde 10,4
olmuştur.
3) Türk Lirasının ABD doları karşısındaki değeri
2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011 den itibaren
TL nin dolar karşısındaki değer kaybı her yıl artarak haziran 2018 de 5,50 TL
oldu.
4) İşsizlik ortalama olarak yılda yüzde 10,7
olmuştur. Gençlerde ise bu oran yüzde 25`i aşmaktadır.
5) 2002 de 15 Milyar
dolar olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 Milyar dolara çıkmıştır.
6) Türkiye’nin toplan
dış borcu 2002 de 129,6 milyar dolardan 2017 sonunda 453,2 Milyar dolara
tırmanarak, milli gelirin yüzde 53,3’üne ulaşmıştır.
7) Türkiye`nin bir yıl
içersinde 236,8 Mılyar dolar dış borç ödeme yükümlülüğü bulunuyor. Döviz
rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz dolarlık dış borç
için devlet kasasında sadece 60 dolar bulunmaktadır (Mehtap O.Ertürk, Sözcü,
21.5.2018)..
8) AKP döneminde başta
kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikaları olmak üzere satılan devlet
varlıklarından 65-70 Milyar dolar sağlanmıştır.
9) 16 yıllık AKP
döneminde devlet varlıklarının satımından sağlanan bu geliri yapılan dış borca
eklersek, toplam 523,2 Milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca dolar kuru
ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu
kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.
10) AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri
yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, hava alanlarının yapılma maliyeti,
devlet varlıklarının satımlarından sağlanan 65-70 Milyar dolarla fazlasıyla
yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya
Tünelinin maliyeti 1,2 milyar dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları
ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda isim isim sıralanan
1923-1950 yıllarına kadar yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında
kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde
yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle
AKP ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partileri tarafından
yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmaktadır. Buna
karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.
11) 2002 de hane halkı borç yükünün, hane halkı
harcanabilir gelirine oranı yüzde 4 den 2015 yılında yüzde 51`e ulaştı
Çalışanlar gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemektedirler
(Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik
daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde
Türkiye ilk üç ülke arasında yer almaktadır. Türkiye`de 2016 yılı sonuda yüksek
gelire sahip nufusun yüzde 20`si ülke gelirinden yüzde 47,2 lik pay alırken, en
düşük gelir gurubundaki nüfusun yüzde 20`si ise toplan gelirden sadece yüzde
6,2 oranında bir pay alabilmektedir.