AVRASYA‘da TÜRKİYE VE RUSYA
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Dünya yirmi birinci yüzyıla girme aşamasına
geldiğinde , soğuk savaş dönemi sona
eriyor ve batı merkezli bir yeni emperyalizm olarak küreselleşme olgusu öne
çıkarken, geçmişten gelen yeryüzü
haritası da değişiklik gösteriyordu . İki kutuplu dünya devam ederken , Rusya
çevresindeki ülkeler ile oluşturmuş olduğu ideolojik imparatorluk
çerçevesinde, batı karşıtı blokun merkezi olarak ikinci
bir merkezi yapılanmayı Asya
kıtasının kuzeyinde ,Atlas Okyanusundan Pasifik bölgesine kadar uzanıp giden bir büyük imparatorluğun sınırları içerisinde tamamlamaya çalışıyordu. Bu aşamada Asya
kıtası bölünmüş bir durumda olduğu için
tek başına bir Avrasya bölgesinden söz
etmek mümkün değildi . Asya kıtasında Rusya ile birlikte yer alan Çin ,
Hindistan ve İran gibi devletler de çok
büyük alanları kapsıyorlardı .İdeolojik
kutuplaşmada batı blokuna karşı oluşan doğu bloku bir Asya yapılanması
olarak devam ederken ,Avrasya bölgesi de daha çok Asya kıtasının içinde kalan bir jeopolitik
konuma sahipti .Soğuk savaş dönemindeki bu yapı daha sonraki aşamada Rusya
merkezli Sovyetler Birliğinin dağılması
üzerine, değişiklik geçiriyor ve bu
aşamadan sonra Avrupa ile Asya
kıtalarının birleşme bölgesi olarak Avrasya coğrafyası yeniden
dünya sahnesine çıkıyordu .
Kısaca Avrupa ve Asya kavramlarının birleşik bir biçimde ifade edilmeye başlanmasıyla ortaya çıkan Avrasya bölgesi ,yirmi birinci
yüzyılın uluslar arası konjonktürünün ana çekişme sahası olarak öne çıkıyordu . Bu bölgenin tam
ortasından geçen Demirperde ortadan kalkınca , Türkiye dünyanın ucunda ya da
sınırında bir ülke değil aksine dünya ana karasını oluşturan Avrasya bölgesinin tam ortasında yer aldığı
görülmüştür . Avrasya alanı iki kutup
arasında oluşturulan sınırdan kurtulunca ,geleceğe dönük daha özgür
gelişmelerin ortaya çıktığı bir bölge
olarak dünya siyasal sahnesinde her zaman için önde gelen bir yere sahip
olmuştur . Haritaya bakıldığı zaman bu
uzun ve geniş alanın kuzey hattında Rusya’nın , güney bölgesinde ise Türkiye ve bağlantılı Türk
coğrafyasının uzanıp gittiği görülmüştür
. Rusya Baltık denizi ile Pasifik okyanusu arasında yer alırken Avrasya kıtasının kuzey devleti olma şansını
elde ediyordu . Türkiye Cumhuriyeti ise
Kuzey Asya’dan Orta Asya’ya doğru uzanan bir çizgide tarihsel Türk mirasının temsilcisi
olarak, Adriyatik denizi ile Çin seddi arasında Avrasya bölgesinin güney hattının merkezi
olarak gündeme geliyordu . Avrasya
kıtasındaki Rusya ve Türkiye’nin geniş
alanların temsilcisi olarak öne çıkması nedeniyle bazı jeopolitik kitaplarında,
hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin şizofrenik ülkeler olarak tanımlanmaya
çalışıldığı görülmüştür . Hem Asya kıtasında hem de Avrupa bölgesinde uzanıp
giden geniş bölgelerin arasında Rusya ve Türkiye’nin Avrasya’nın merkez
ülkeleri olarak öne çıktıkları ve
bölgenin kuzey ile güney
hatlarının birlikte ele alındığı bir
durum değerlendirmesi yapıldığında, her iki ülkenin aynı kıtanın birbiriyle bağlantılı parçaları
oldukları görülmektedir . Bu doğrultuda
Rusya ve Türkiye hem Asyalı hem de Avrupalı ülkeler olarak merkezi coğrafyanın yapısını
oluşturduğu için , iki ülke bu
kıta da hem komşu ,hem de rakip olarak yer almaktadırlar . Burada ,
birbirleriyle hem yarışma hem de dayanışma konumunda olabilecek iki büyük ülke arasındaki ilişkiler ,tarihsel
süreç içinde inişli ve çıkışlı olduğundan, kalıcı bir düzen ve buna dayalı bir
istikrar ortamı bir türlü Avrasya
kıtasında gerçekleşememiş, tarih boyunca
bu bölge sürekli olarak çekişme alanı konumunda kalmıştır .
Onuncu yüzyıl sonrasında orta dünya alanında devletler kurma
şansını elde eden Türkler , Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye
dönemlerinde Avrasya kıtasının çeşitli bölgelerinde yayılarak geniş hegemonya alanlarında devlet
kurmuşlardır . Ruslar ise beşinci yüzyılda Kiev’de bir prenslik kurmuşlar ve
daha sonra da bölgedeki Türk
devletlerinin dağılması ya da Türk boylarının batı ülkelerine doğru göçe
yönelmesi üzerine , Rus prensliği genişleyerek Moskova merkezli bir büyük
devlet yapılanmasına dönüşmüştür . Onuncu yüzyılda ,Hazar devletinin dağılması
üzerine Türk boyları çeşitli ülkelere
göç edince Rus devletinin doğuya doğru
Türk bölgelerine doğru bir genişleme süreci yaşadığı , Altın Orda İmparatorluğunun dağılması üzerine de geride kalan Türk hanlıklarının Rus emperyalizmi
tarafından işgal edilmeye başlandığı ve
böylece bugünkü büyük Rusya
Federasyonunun bu aşamadan sonra
Avrasya bölgesinin en büyük devleti konumunu kazanarak ,bugünlere kadar bu
yapıyı taşıdığı anlaşılmaktadır . Bölgenin güney hattındaki Türk devletleri yapılanması ise , iki büyük
imparatorluğun dağılması olgusunu yaşayarak
Rusların büyüme sürecine ters bir çizgide, dağılarak
küçülme aşamasına doğru
sürüklendiği görülmektedir . Rus devleti
genişleyerek büyüdükten sonra büyüklüğünü koruyarak , Avrasya
hegemonyası peşinde koşmuştur . Türkler
ise iki büyük imparatorluğun
yitirilmesinden sonra Avrasya’nın güney merkezinde tutunabilmek üzere , güçlü
bir ulus devleti yirminci yüzyılın başlarında
merkezi bölgede oluşturarak ,
Avrasya toprakları üzerinde Türk
ulusunun var olma hakkını koruyarak
sürdürmüştür . Türklerin parçalanması
ve devletlerinin çökmesi
sırasında Ruslar birliklerini
koruyarak büyümeye devam etmişlerdir .
Avrasya coğrafyasına yayılmış olan Türk asıllı nüfus Asya’nın kuzeyinde ,güneyinde ,doğusunda ,ortasında ve
batısında dağınık bir biçimde
yaşarken, Ruslar birliklerini
sürdürmüşler ve Çarlık dönemindeki
büyük ülkesel yapıyı, daha sonraki
aşamalarda hem Sovyetler Birliği zamanında hem de Rusya Federasyonu aşamasında korumasını
bilmişlerdir . Bugün yedi bağımsız Türk devleti harita üzerindeki yerini
korurken ,Avrupa Birliği içinde beş Türk asıllı devlet bugün yerini korumakta
,Rusya Federasyonu içinde ise on Türk
devletinin yer aldığı bilinmektedir . Türkler Avrasya’nın güney hattında bağımsız devletlerini korurken
, Asya’nın kuzeyindeki Türkler Rusya
Federasyonu çatısı altında farklı
devlet yapılanmaları içinde varlıklarını sürdürmektedirler . Hrıstıyan Avrupa
Birliği içinde ise Finlandiya, Macaristan,
Bulgaristan, Çekya ve Estonya
gibi Türk asıllı toplulukların
kurduğu devletler birbirinden farklı bir siyasal yapılarda yola devam
etmektedirler . Ayrıca , Kıpçak Türklerinin devamı olan Polonya’nın bile Hazar uzantısı Türk boylarının oluşturduğu bir büyük devlet olduğu görülürse , bugünkü Rusya Federasyonunun ,
doğudan ve güneyden olduğu kadar batıdan da Türk toplulukları ve devletleri ile çevrelendiği
haritanın üzerinde ortaya çıkmaktadır .Rusya Federasyonu çatısı altında yaşayan Türkler
ise; Tatar, Altay, Çuvaş, Başkırt, Dağıstan, Hakas, Tuva, Yakut, Karaçay,
,Karakalpak cumhuriyetlerini bugünün
koşullarında yönetmektedirler .Ayrıca Gökoğuz Türk devleti de Moldova
Cumhuriyeti içinde varlığını sürdürmektedir .
Avrasya ‘nın Türk asıllı toplulukları, Avrupa’dan Asya’ya kadar çeşitli
devletlerin çatısı altında onların vatandaşları olarak yaşarlarken , merkezi
coğrafyada Türklerin yarısı kadar bir nüfusa sahip olan Rusların, geçmişten gelen birlikteliklerini
koruyarak ,dünyanın en geniş topraklarına sahip olan bir büyük imparatorluk
olarak ,yirmi birinci yüzyılda yola
devam etmesi ,iki ulus ve devlet açısından
doğru değerlendirilmesi gereken
bir durumdur .Rusya’nın işgal ettiği topraklar dünya kıtalarının altıda birini
oluştururken , yüz elli milyonluk nüfus böylesine büyük bir ülke için yetersiz
kalmaktadır . Konuya Türkiye açısından bakıldığı zaman , Türklerin nüfus
alanlarının genişliği Rusya’ya karşı
ciddi bir dengeleyici unsur olduğu için
üç yüz milyona yaklaşan Türk nüfus
Avrasya’da bir araya gelmek durumundadır
.
Bin beş yüz senelik Rus devletinin sahip olduğu devlet
birikiminin ,hem Avrasya hegemonyası açısından hem de değişen dünya
koşullarında gündeme gelen yeni
durumlara uyum sağlaması
açısından yeterli olduğu dile
getirilmektedir . Bu çerçevede ,Çarlık ve Sovyet dönemlerindeki imparatorluk
coğrafyası ,Rus devletince Federasyon
aşamasında da sürdürülmekte ve Avrasya bölgesinin geleceğini belirleme
açısından Rus devleti mutlak bir hegemonya sağlayabilmek için var gücü ile çaba
göstermektedir . Bu doğrultuda Rusya’nın önde gelen jeopolitik uzmanlarından
birisi Avrasya stratejisi ile ilgili
olarak yazmış olduğu kitabında, Rus Avrasya’cılığının Türk ve Çin Avrasya’cılıklarına kesin olarak
karşı olduğunu belirtmektedir . Ruslar Türkiye’ye karşı İran ile ,Çin’e karşı
da Japonya ile yakınlık kurarak ,Rusya, İran ve Japonya hattında geliştirilecek
bir Avrasyacılığı ,Çin ve Türk Avrasya’cılıklarına karşı geliştirme çabası içinde olmuşlardır . Rus
nüfusunun on misli fazlasına sahip olan Çin’in
vatandaşı olan halk kitlelerinin
doğu Asya bölgelerinde Rusya’nın
doğu bölgelerindeki sınırları geçerek Rus devletinin doğu topraklarında
yaşayabilmenin arayışı içine girdikleri
dikkate alınırsa ,çok daha az nüfusa sahip olan diğer bir doğu ülkesi
olan Japonya ile Rusya Çin’in Avrasya bölgelerini işgale kalkışmasına karşı
işbirliği yapmaktan yana oldukları açıkça görülmektedir .Rusya sınırları içinde
yer alan on Türk devletinin oluşturduğu nüfus çoğunluğu ve bu nedenle gündeme
gelen Türklerin toplumsal ağırlığının önünü kesebilmek için de , Türkiye’ye
karşı İran ile yakın işbirliği ve
dostluk paktları oluşturma çabalarının öne geçtiği zamanla anlaşılmaktadır . Rusya hem geniş
sınırlarını elinde tutabilmek hem de bu geniş coğrafyada var olan devletlerin
kopmasını önlemek üzere, güçlü merkez politikasını Moskova’da yürütmektedir .
Ayrıca ,Putin’in getirdiği yeni idari
reform ile de , Rus devleti bütün ülkeyi
istikrarlı bir biçimde yönetebilmek üzere Moskova’ya bağlı konumda yedi yeni Moskova benzeri yönetim merkezleri kurmuştur .
Büyük bir çöküş sonrasında ideolojik imparatorluğunu elinden
kaçıran Rusya hızlı bir toparlanma
sonrasında ,elinden kaçırdığı ülkeleri gene kendi kontrolü altında tutabilmek
üzere Bağımsız Devletler Topluluğunu
kurmuş ve tasfiye edilen Varşova
paktının yerine Kollektif Güvenlik Örgütünü kurarak , Avrasya bölgesinde Nato’nun yayılma
girişimlerini önlemeye çaba göstermiştir .Ayrıca Hazar denizi etrafında öne
çıkan petrol ve doğal gaz kaynakları
yüzünden bölge devletlerinin birbirleriyle savaşlara sürüklenmemesi için
Hazar Kardeşliği adı altında bir
bölgesel dayanışma örgütünü de , gene
Putin öncülüğündeki bugünkü Rusya
yönetimi oluşturmuştur . Rusya böylece
her iki paktın yardımı ile ideolojik imparatorluk dönemi sonrasında , yakın çevre adı altında
geliştirdiği yeni bir siyasal etkinlik oluşturma stratejisini Avrasya
bölgesinde yaygınlaştırmaya çaba göstermiştir . Eski Sovyetler Birliği
gibi bir büyük konfederasyon
oluşturamayan Rusya’nın geçmişten gelen emperyalist yapısını devam ettirmek
üzere ,gene Avrasya ülkeleri üzerinde baskı kurmaya ve yeni bölgesel ittifaklar
üzerinden gene eskisi gibi Avrasya’nın tek hegemon gücü olmaya öncelik verdiği,
yaşanan olaylar sonucunda belirginlik kazanmıştır . Orta Asya ülkelerinin Türk kökenli
olması , Rusya Federasyonu içinde yer alan bazı Kuzey Asya devletlerinin de Türk topluluğunun birer parçası olması
nedenleriyle ,Türkiye için çok geniş bir hegemonya hinterlandını gündeme
getirmektedir . Rusya Türk asıllı devletleri kendi baskısı ve çatısı altında kontrol etmeye öncelik
verirken , benzeri bir hakkı
Avrasya’da 17 Türk asıllı devletin olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’ne vermemek üzere
direnmektedir . Rusya Federasyonu 25 devletin bir araya getirilmesi ile kurulabiliyorsa , güney ve kuzey
Avrasya hatlarında var olan 17 Türk asıllı devlet de bir araya
getirilerek bir büyük Türk Federasyonu
kurulabilmelidir . Rusya’nın kendisi için kullanmış olduğu hegemonya stratejisini uygulamak ve Türk
asıllı devletleri bir araya getirmek , uluslararası hukuka göre Türkiye’nin de
hakkıdır . Böylesine bir oluşumun Rusya Federasyonunu bozması gibi bir durum , dağınık Türklerin meselesi
değil , Türk toplulukları üzerinde
emperyal baskı kurmaya çalışan Rusların
sorunudur .
Türkiye ile birlikte
Rusya’nın da Avrasya kıtasındaki yeri belirlenirken , yeni dönemin jeopolitik
gelişmelerinin dikkatle izlenmesi ve bu gibi gelişmelerin Avrasya ülkelerine
nasıl yansıdığı ya da ne gibi etkiler
yarattığı ele alınmalıdır . Üç kıtanın
tam ortasında yer alan Avrasya bölgesinin geleceği yeni dünya düzeninin
belirlenmesi açısından yararlı olacaktır . Haritaya bakıldığı zaman Avrupa’nın
ortasından başlayarak Asya’nın ortalarına
kadar genişleyen Avrasya coğrafyasında
çeşitli devletler yer almaktadırlar . Orta ve küçük boydaki bu devletler
eski imparatorlukların eyaletleri olarak
tarih sahnesine çıkmışlar ve yirminci yüzyılda da ulus devlet niteliği
kazanarak yollarına devam etmişlerdir .
Balkanlar , Orta Doğu ,Orta Asya ,Kafkaslar
ve Hazar çevresinde yer alan
devletlerin geleceği bugünün koşullarında belirsiz kalmıştır . Böylesine bir
belirsizliğin ortaya çıkmasında, Osmanlı İmparatorluğu ile Sovyetler Birliği
gibi büyük siyasal yapıların çöküşü ile birlikte meydana gelen otorite boşluğu alanlarında, geleceğe dönük yeni yapılanmaların zorlanması
emperyal güçler tarafından her dönemde
gündeme getirilerek Avrasya bölgesi sıcak çatışmaların adresi olarak öne
çıkarılmıştır .Avrasya alanında küçük ve orta boy devletler zaman içerisinde
yerlerini alırken ,bu geniş alanı çevreleyen büyük devletler de
kendilerinin merkezinde yer aldığı kendi
Avrasya planlarının gerçekleşmesi için
çaba göstermişlerdir .
Avrasya bölgesi esas alındığında , bu alanda etkin olmak
isteyen İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa gibi eski emperyal devletlerin kendi hegemonya düzenlerini oluşturmak üzere
devreye girdikleri görülmektedir . Birinci ve İkinci dünya savaşları
süreçlerinde bu eski emperyal devletler kendi planlarının gerçekleştiricisi
olmak üzere aktif olmuşlar ama zaman içerisinde istedikleri yapılanmaları
gerçekleştirememişlerdir . Amerika Birleşik Devletleri ve onun yavrusu olan
İsrail’in kurulmasından sonra, bu iki devlette Avrasya bölgesinde etkili
olabilmenin yollarını arayarak ,bölge
ülkeleri üzerinde her zaman için baskı
kurma yoluna gitmişlerdir .Küreselleşme döneminde öne geçen büyük devletler olarak Çin ve Hindistan’ında devreye girmesiyle Avrasya hegemonyası peşinde koşan emperyal devletlerin sayısı artmıştır . Türkiye gibi bir Avrasya
ülkesi olan İran devletinin sahip olduğu Şii yapılanması üzerinden
bölgedeki bu mezhebin tabanını oluşturan
halk topluluklarını kendi egemenliği altına almak istemesi de yeni bir tür
emperyalizm olarak devreye girmiştir . Bu doğrultuda emperyalist devlet sayısı
artarken ,eski emperyal güçler de
Avrasya üzerinde etkin olabilmenin
yollarını aramayı sürdürmüşlerdir . Rusya hem eski hem de yeni bir emperyal güç
olarak Avrasya’nın patronu olmayı her zaman için gerçekleştirebilmenin arayışı
içinde olmuştur . Bir bölge ülkesi olmasına rağmen , diğer bölge dışı emperyal
devletlere benzer bir doğrultuda Avrasya hegemonyası kurmaya yönelmesi ,her
zaman için Rusya ile bölge devletleri arasında çeşitli sorunların ortaya
çıkmasına yol açmıştır .
Avrasya kıtasının kuzey gücü olan Rusya her zaman için
güneydeki sıcak denizlere inerek kendi önderliğinde bir Avrasya yapılanmasının
oluşturulmasını dış politikasının ana maddesi haline getirerek hareket etmiştir . Bunu gören batılı
emperyalist güçler de Rusya’yı
Avrasya’nın kuzey bölgesine hapsederek sıcak denizlere inmesini önlemeye
çalışmışlardır . İngiltere ve Fransa gibi Avrupalı emperyalistler Rusya’nın
dünyaya açılmasını önlemeye çalışırlarken ,
Rus Çarlığı ile Osmanlı imparatorluğunun üç yüz yıl boyunca
birbirleriyle savaştırılmasının organizasyonunu başarılı bir biçimde
gerçekleştirerek , hem her iki büyük devletin Avrupa’ya girmesini önlemişler
hem de sürekli savaştırılan Avrasya kıtasının iki büyük imparatorluğunun
birinci dünya savaşı sürecinde
yıkılmasını sağlamışlardır . Bugün ise Amerika’nın ön planda olduğu
dönemde, ABD tek başına hegemonyasını
bölgede yürütemeyince Rusya ile paslaşma yoluna giderek , bir Avrasya emperyalisti olarak Rusya’nın Akdeniz kıyısındaki Suriye ve Kıbrıs gibi
ülkelere girerek yeni tür bir denge arayışını
İsrail’e karşı gerçekleştirmeye çalışmıştır . İşte bu yeni durum Rusya’nın kuzeyden güneye inmesini
sağlamıştır .
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın başlarında ,
Sovyetler Birliğinin önünün kesilmesi için bir tampon devlet modelinde tarih
sahnesine çıkmıştır . Rus Çarlığının yıkılmasını sağlayan Rus-Japon
savaşını hem organize eden hem de
izleyen ABD , Japonya’yı arkadan destekleyince Rus Çarlığı
yıkılmış ve böylece Birinci Dünya Savaşına giden yolda Rusya bir emperyalist
devlet olmaktan çıkartılmıştır . Bu aşamadan sonra , Rusya’da Sosyalist devrim
Amerikan sermayesi tarafından hem finanse edilerek Kızıl Ordu kurulmuş , Kızıl
Ordu oluşturulduktan sonra da Sovyet gücü
bütün Avrasya kıtasında egemen kılınarak eski Rus emperyalizminin yerini
almıştır . İngiltere’nin batıdan uzak tuttuğu Rusya’ya Amerika’nın el atması ,
Çarlık rejiminin yıkılmasıyla başlamış ve bugüne kadar sürmüştür . ABD ,
Birinci Dünya savaşı sonrasında yeryüzünün yeni jandarması olarak dünyaya
açılırken iki kutuplu yapılanmadan
yararlanmıştır . İkinci dünya savaşı sonrasında ortaya atılan Mac Chartizm
akımı aracılığı ile bütün dünyaya
komünizm korkusu Sovyetler Birliği aracılığı ile yayılmış ve böylece
ABD; İngiltere ve Fransa gibi eski emperyal devletlerin sömürgesi
ya da kolonisi olan bir çok
devleti Birleşmiş Milletler aracılığı
ile bağımsız yaparak, bu ülkeleri
Avrupalı emperyalistlerin elinden almıştır . Sovyet devrimi ile Rusya’yı karşı
kutup yapan ABD böylece Avrupa kıtasının
dünyanın üzerindeki hegemonyasına
son vermiştir . Bu aşamada sosyalist dünyanın merkezi konumuna gelen Rusya kendiliğinden Avrasya bölgesinin
tek egemen gücü konumuna gelmiştir . Komünistleşen Rusya’nın dünyaya yaydığı korku
ABD’nin işini kolaylaştırmış , Rusya faktörünü bir öcü gibi kullanan ABD Rusya ile paslaşarak, dünya kıtalarını Avrupalı emperyalistlerin
elinden almıştır . Birinci Dünya Savaşına resmen girmeyen ABD görünüşte
İngiltere’yi destekler görünmüş ama savaş yıllarında Bolşevikler ile işbirliği yaparak , sosyalist
görünümlü Yahudilerin Rusya’yı ele
geçirmesine yardımcı olmuştur .
İngilizler dünyaya egemen olurken Rusya’yı Avrasya’nın
kuzeyine hapsetmişler, Avrupa’ya
girmelerini önlemek üzere de Rus-Osmanlı savaşlarının baş kışkırtıcısı
olmuşlardır .İngilizlerin Rusya’yı dünyadan uzak tutma politikası
soğuk savaş dönemine kadar devam etmiştir . Ama Sosyalist devrim ile
başlayan yeni dönemde ABD Rusya’nın karşı kutup olarak Avrasya kıtasını ele
geçirmesine yardım etmiş ama Rusya’nın önünü kesmek üzere de ,
İngiltere ile birlikte Atlantik güçleri olarak
Türkiye’yi de bir tampon devlet olarak dünyanın merkezi bölgesinde kabül
etmişlerdir . Sosyalist bir devletin Avrasya’yı ele geçirmesi ve İslam dünyasının tam ortasında Türkiye
gibi laik bir devletin kurulması da Atlantik güçlerinin Siyonizm ile ittifak
etmelerine yaramış , Avrasya bölgesinde
önce Sovyetler Birliği ve daha sonra da Türkiye Cumhuriyetinin
kurulmasından sonra da , bir Yahudi devleti olarak İsrail iki bin yıl sonra
üçüncü kez dünyanın tam ortasında kutsal topraklar olarak ilan edilen Filistin
bölgesinde yeniden kurulmuştur . Rus Çarlığı ile beraber Müslüman Osmanlı imparatorluğunun yıkılması
da İslam dünyasının tam göbeğinde bir
Yahudi devletinin kurulmasına giden yolun açılmasında önemli katkılar
sağlamıştır . Böyle bir devletin kurulmasına Türkiye Cumhuriyetinin kurucu
önderi karşı çıkarken , ikinci dünya savaşı sürecinde bu engel bertaraf edilerek, Siyonizmin merkezi olacak devlet
kurulmuş ve Osmanlı imparatorluğundan
arta kalan eski bir Müslüman ülke
olarak, Türkiye bu devleti ilk tanıyan ülke olmuştur . Sovyetler Birliğinin
kontrolü altına girmiş olan bütün Avrasya ülkeleri de bir dinsizlik düzeni olan sosyalist
rejimlerin çizmesi altında din
kavgasından uzak tutuldukları için,İslam dünyasının tam ortasında bir Yahudi
devletinin kurulmasına karşı ciddi bir karşı koyma olmamıştır . Ne var ki ,
İsrail’in kurulması ile gündeme gelen
yeni dönemde Araplar sonradan uyanınca
,Arap-İsrail savaşları yarım yüzyılı
aşkın bir süre devam etmiş ve daha sonraki aşamada da Siyonist rejimin terör
planları doğrultusunda bölge devletlerinin parçalanmasına giden yol açılmaya
çalışılmış ama hem Hrıstıyan batı
devletleri hem de Müslüman Avrasya devletlerinin bu duruma karşı çıkmasıyla
birlikte ,bütün dünya kıyamet senaryolarına doğru yönlendirilmiştir .
Bugünkü gelinen aşamada Avrasya’nın emperyal gücü olarak
Rusya sıcak denizlere inmiştir .Amerika Birleşik Devletleri kendi içinde büyük
bir güç olan Siyonist lobileri önleyemediği için , eskiden olduğu gibi Rusya’yı yardıma
çağırmış ve ABD desteği ile Rusya Suriye’ye girerek , Hrıstıyanlığın kutsal
topraklarının yer aldığı bu ülkede
Türkiye ve İran ile beraber bölgesel barışı sağlayabilmenin arayışı
içinde olmuştur . Siyonizmin
İngiltere’yi de etkileyerek farklı bir çizgiye çekmesi üzerine Amerikan
devleti bu kez Almanya ile de yakınlaşarak, bu batı devletinin Türkiye üzerinden bölgede etkin olmasına çaba
göstermiştir . İsrail öncülüğünde Siyonistlerin bütün dünya ülkelerinde yepyeni
bir emperyal hegemonya düzenine
yönelmeleri üzerine , Amerikan
devleti geçmişten gelen üstün konumunu
korumaya öncelik vermiş ve bu doğrultuda
Rusya ile işbirliğini geliştirirken , eski ortağı olan İngiltere’den uzaklaşarak Almanya ile yeni
Siyonist plana Avrasya bölgesinde karşı
çıkmaya çaba göstermiştir . Rusya Suriye üzerinden bölge barışını sağlamaya
çalışırken , Almanya’da Türkiye üzerinden
Avrasya barışının gerçekleştirilmesi üzerine devreye girmiştir . ABD ,
soğuk savaş yıllarında olduğu gibi hem Avrupa’nın eski emperyalistlerine hem de
geleceğin patronu olmaya soyunan Siyonist İsrail’e karşı , Rusya ile paslaşmaya
öncelik vermiş ve bu yüzden Amerika’da ciddi bir karışıklık başlamıştır .
Siyonizmin adayı olan bayan aday her türlü medya desteğine rağmen ABD
seçimlerini kazanamayınca ,bu kez
Amerikan devletini ayakta tutmaya
çalışan Pentagon’un adayı olarak bir
kavgacı işadamı başkanlığa getirilmiştir . ABD seçimlerini kaybeden Siyonist
lobi bu sefer de seçimlere Rusya’nın karıştığını ve dışarıdan bir Rus
müdahalesi olduğu için yeni adayın başkanlığa getirildiğini ileri sürmüş ve bunun üzerine açılan soruşturmalar
gelişmeleri daha da tırmandırmış ve ABD dünyayı yönetmeye çalışırken , kendi
içinde büyük bir siyasal çatışma ve kaos ortamına sürüklenmiştir .
Amerikan devleti kendini kurtarmaya çalışırken , Siyonist
lobiler ile çatışmak zorunda kalmış ama tam bu sırada, İngiltere hem Avrupa Birliğinden ayrılarak hem de İsrail yönlendirmesi altındaki ABD’den
uzaklaşarak, geçmişte kendisinin kurmuş
olduğu dünya düzenini korumak üzere yola çıkmıştır . Yeryüzünde İngiliz hegemonyasından Amerikan
hegemonyasına doğru bir geçiş sağlanırken
bu dönüşümü Sovyetler Birliği’ni kuran
Siyonist lobiler gerçekleştirmiştir . Şimdi aynı lobiler üçüncü dünya
savaşı sürecinde, dünya hegemonyasının ABD’nin elinden alınarak Büyük İsrail
Devletine verilmesi için çalışmaktadırlar . Küçük nüfuslu devleti ile
büyük bir ordu kuramayan Siyonist devlet terör örgütleri üzerinden savaşı
tırmandırarak sonuç almaya çalışmış ama
İngiliz ve Amerikan devletlerinin karşı koyması üzerine bu planı eskiden olduğu
gibi batı desteği ile uygulama alanına koyamamıştır . Birinci dünya savaşı
sonrasında İngiltere’nin pabucu dama atılarak Birleşmiş Milletler üzerinden sömürge
imparatorluğunu kontrol altına alarak,
ABD üzerinden Siyonizmin etkili bir biçimde hegemonyası kurulmaya
çalışılmıştır . Dünya hegemonyası İngiltere’nin elinden alınarak ABD’ye
verilmiş, şimdide ABD’den alınarak dünyanın ortasında kurulacak Büyük İsrail’e verilmek istenmektedir .
Amerikan devleti bu durumu gördüğü için kendisini , Rus Çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğunda
olduğu gibi içeriden bir çöküşe yönlendirecek böylesine bir plana karşı çıkarak , var gücü ile ayakta kalmaya ve üstünlüğünü
korumaya yönelmiştir . ABD derin devletini temsil eden Amerikan genel kurmayı olarak Pentagon ,
Siyonizme karşı Almanya ve Rusya
ile paslaşmaya başlamıştır . ABD
seçimlerinde Rusya bu yüzden bugünkü
seçilmiş başkanı ,Siyonizmin bayan adayına karşı desteklemiştir .Alman asıllı
bir aileden gelen yeni başkan Almanya
ile de paslaşınca , kendisine karşı
çıkan İngiltere ve İsrail’e karşı ,
Avrasya bölgesinde eski Amerikan düşmanı
olan Rusya ve Almanya paslaşması ile bölge barışını koruyarak muhtemel bir kıyamet senaryosunu önlemeye çaba göstermektedir . İşte uluslararası
alanda ortaya çıkan bu yeni konjonktürde,
Rusya’nın ABD’nin yeni partneri
olarak sıcak deniz kıyılarına girdiği anlaşılmaktadır .
Temelinde Hrıstıyan-Yahudi kavgasının bulunduğu bir siyasal
senaryo yüzünden ,Amerikan devleti
kendisi gibi bir Hrıstıyan devlet olarak
Rusya’yı kendisine yeni ortak olarak seçerken , bölgedeki eski Nato üyesi olarak müttefiki
Türkiye’yi karşısına almaktan çekinmemektedir . ABD kendisini çok
uğraştıran İsrail’in Türkiye’deki büyük
gücünü bildiği için bu mücadelede Almanya’yı yanına almaya çalışmaktadır .
Avrasya’nın dev ülkesi olarak Rusya
ABD’nin desteği ile güney
Avrasya’ya indiği zaman merkezi coğrafyada daha da etkinlik kazandığından ,
normal koşullarda Türkiye ve Türk dünyası yakınlaşması
doğrultusunda gelişmekte olan doğal
Avrasyalaşma sürecinin önü kesilmektedir . Türkiye’nin daha etkin bir biçimde
yer alacağı normal Avrasyalaşma süreci, Bakü ve Kafkaslar üzerinden Orta Asya
ve Ön Asya yakınlaşmasına yol açması gerekirken
, ABD’nin Türkiye’deki elçisinin
Afganistan’a gönderilmesiyle Orta
Doğu savaşının Orta Asya’ya doğru
taşınacağı gibi bir yeni olumsuz durum öne çıkmaktadır . Avrasya’nın bir
bölgesinde başlamış olan sıcak çatışmaların diğer bölgelere de taşınmak istenmesi
, kıyamet senaryolarının ön aşaması olarak Çin’i arkadan çevirecek bir Orta
Asya savaşını öne çıkarmaktadır ,çünkü ABD için en büyük tehdit Pasifik Okyanusu
üzerinden Çin kaynaklı olarak gelebilecektir . Nitekim bu doğrultuda hem güney Çin denizindeki adalar üzerinden
çekişmeler tırmandırılmakta, hem de Çin destekli bir çılgın adam olarak kuzey
Kore liderinin üçüncü dünya savaşını
hızlandıracak roket ve füze denemeleri birbiri ardı sıra Japonya gibi bölge
ülkelerinin üzerine atılmaktadır . Bu durum Avrasya kıtası üzerinden bütün Asya
ülkelerini bir büyük savaşa sürükleyecekmiş
gibi görünmektedir .
Dünya ana karasının tam ortasında yer alan Avrasya bölgesine
yönelik hegemonya saldırı ve çatışmalarının bütün dünyayı istenmeyen bir büyük
savaşa sürüklemesine yol açacak sıcak
çatışmaların önlenmesi doğrultusunda , emperyalist Rusya’nın, ABD desteği ile
öne geçtiği bir emperyal
plan değil ama bölgedeki üç yüz
milyona yaklaşan Türk asıllı toplulukların önderi konumundaki Türkiye’nin
merkezinde yer aldığı bir dayanışma
planına gereksinme bulunmaktadır . Terörü bütünüyle bölgeden silip
atacak , her türlü savaş ihtimali
taşıyan sıcak çatışmalara son verecek
bir yeni Avrasya süreci ,tıpkı Avrupa Birliği gibi bölgesel bir
dayanışma ittifakı yaratacak ve bunun üzerinden bir bölgesel güvenlik örgütlenmesini öne çıkararak
,müstakbel bir Avrasya Birliğinin önünü açacak girişimlere acilen gerek vardır
. Rusya’nın dışında bölgenin iki büyük ülkesi olarak Türkiye ve İran
yakınlaşması ile başlatılacak yeni barış sürecinde ,Türkiye, İran, Irak, Suriye,
Azerbaycan ve Gürcistan’ın katılacağı bir Merkezi Devletler Birliği oluşumu , gelecekte Avrasya
Birliği’ne giden yolu açacaktır .Azerbaycan’ın başkenti olan Bakü aynı zamanda
Türkiye ile İran arasında bir köprü konumuna sahiptir .Yirminci yüzyılın başlarında olduğu gibi toplanacak
ikinci Bakü Kurultayı , Avrasya’nın geleceği için aynı zamanda bir barış
kurultayı olacaktır . Avrasya’nın altı ülkesinin bir araya gelmesiyle
oluşturulacak Avrupa Birliği benzeri Merkezi Devletler Birliği , gelecekteki
Avrasya Birliğinin ilk aşaması
olarak toplanacak Bakü kurultayı
sonrasında kurulmalıdır . Nato’nun
yetersiz kaldığı bölge barışının oluşturulmasında bölgesel güvenlik örgütü olarak yeni bir
CENTO, bölge devletlerinin ordularının içinden seçilecek birlikler aracılığı
ile kurulursa, o zaman emperyalizm ve Siyonizm ikilisinin Avrasya’da her türlü dünya savaşı çıkartma
senaryolarının önüne geçilebilir .Avrasya’nın geleceğinde eskisi gibi giderek
emperyalistleşen bir Rusya değil ama
bölge ülkelerinin içinde yaşayan milyonlarca Türk asıllı toplulukları temsil
eden bir Türkiye Cumhuriyetine önemli
derecede öncülük görevleri düşmektedir . ABD kendini kurtarırken , İngiltere
kurmuş olduğu düzene sahip çıkarken ,İsrail bütün dünyaya egemen olabilmek
için her türlü terör ve savaş senaryosunu devreye sokarken ,
Türkiye bütün bu gelişmelerin tam ortasında
kurucu önderin mirası olarak İran ile ortaklık ve Rusya ile de dostluk
politikalarına öncelikle devam etmek zorundadır .