Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN : ORTA DOĞU BARIŞ KONFERANSI
Dünya pupa yelken üçüncü bir cihan savaşına doğru
sürüklenirken , Orta Doğu bölgesi giderek bir savaş alanına dönüştürülmektedir
. Savaş rüzgarları batının emperyalist merkezlerinden pupa yelken estirilirken , ne ile karşılaşacağını
bilmeyen ve her gün sıcak olaylar ile karşı karşıya kalan bölge ülkeleri
ve halk yığınları ne yapacaklarını
bilmeden, her geçen gün artırılan silahlı saldırılar ya da terör olayları ile
karşı karşıya bırakılmaktadırlar . Her gece dünya televizyonları terör ve sıcak olayların etkisi altında kalan
kadınları, çocukları ve bölge insanlarının nasıl ezildiklerini ve nasıl yok
olmaya mahkum edildiklerini gözler önüne sererken , bir büyük insanlık dramı
dünya kamuoyunun önünde siyaset sahnesine
konulmaktadır . Dünyada sekiz
milyar insan her gece içleri kan ağlayarak bu sahneleri seyretmek zorunda
bırakılırken , hiç kimse emperyal devletlerin ,küresel şirketlerin ve bunların kuklası olan çılgın
politikacıların önünü kesememekte ve bu yüzden de kanlı olaylar sıcak çatışmalar üzerinden sürüp gitmektedir . Bir anlamda insanlığın
yok oluş projesinin , Orta Doğu bölgesi
üzerinden sahneye konulmasıyla birlikte , üçüncü dünya savaşı bir
kıyamet senaryosu olarak tüm insanlığa dayatılmaktadır . Bir anlamda kutsal
kitapları bile siyasal çıkarları doğrultusunda kullanan süper emperyalizm ile siyonizmin , tanrıyı
kıyamete zorlamak senaryosu üzerinden
bütün dünyayı yok etme projesini adım adım uygulama alanına
aktarıldıkları görülmektedir .Bütün
insanlığı bu aşamada bir avuç
emperyalistin ya da siyonistin
sömürgeci emellerine alet eden böylesine çılgın bir üçüncü dünya savaşı senaryosuna , bütün dünya ülkelerinin ve
halklarının bir araya gelerek karşı çıkmaları ve savaş sürecinin önünü
kesmeleri , yeni bir insanlık misyonu
olarak öne çıkmaktadır .
Siyaset bilimi siyasal olayları çatışma ve uzlaşma
hareketleri olarak iki ana kategoriye ayırarak incelerken , bütün siyasal
gelişmeleri ya barış amaçlı uzlaşma ya
da savaş amaçlı çatışma girişimleri olarak ele almaktadır . Bugün başta Orta Doğu
bölgesi olmak üzere bütün dünyada yaşanan yeni gelişmelere bakıldığı zaman,
körü körüne bir sıcak çatışma senaryosunun uluslararası alanda küresel medya
aracılığı ile estirildiği görülmektedir . Bütün dünyayı kendi kontrolü altına
almak isteyen küresel sermaye , sahip olduğu parasal güç ile hem siyaseti
finanse ederek kendi adamları aracılığı ile
işine gelen siyasal senaryoları tezgahlamakta, hem de yeryüzünde yayın yapan bütün basın yayın ve
medya kuruluşlarını ele geçirerek kendi hedefleri doğrultusunda propaganda kampanyalarına alet etmektedir . Bu nedenle
her gece televizyonları karşısına geçen ya da internet üzerinden haber kanallarına giren, milyonlarca
insan büyük bir umutsuzluk ve karamsarlık ortamına sürüklenip gitmektedir . Basın-yayın ve medya organları
, yeni dönemde haber verme ya da dünya
sorunları üzerine tartışma ortamları yaratarak bu gibi düzenlemeler üzerinden daha sağlıklı bir
küresel kamuoyu yaratmak gibi ana görevlerinden hızla uzaklaştırılarak ,
siyasal iktidarların sesi konumuna getirilmektedirler . Bir anlamda , İkinci
dünya savaşı gibi bir büyük felaket senaryosunu insanlığa yaşatan Hitler’in
propaganda bakanı Göbels gibi yeni
siyaset ve medya aktörleri yaratılarak , sekiz milyarlık insanlık dünyası bir
çılgın kıyamet senaryosuna doğru iteklenmektedirler . Kutsal kitaplar tanrının kıyamete zorlanması
gibi yok oluş planları ile devreye
sokulurken , cahil halk kitleleri savaş
çıkartma doğrultusunda yaratılan sıcak olayların kahramanları görünümünde,
sıcak çatışmaların kurbanları olmaya
doğru yönlendirilmektedirler . Medyanın
siyasete alet edilmesiyle artık
kamuoyunu yansıtma dönemi sona ererken , savaş görüntüleri üzerinden yeni bir
çatışmacı kamu oyu yaratma girişimlerine emperyalist çevrelerin çıkarları
doğrultusunda hız verildiği
görülmektedir .
İngiliz kaynaklarına göre felaketler coğrafyası , Fransız
kaynaklarına göre ise karanlıklar
dünyası olarak tanımlanan Avrasya
bölgesinin merkezini oluşturan Orta Doğu alanı, tarihin her döneminde savaşlar
meydanına dönüşmekten bir türlü kurtulamamıştır . Üç büyük kıta arasında
yer alan merkezi bölge, kıtalar
arasındaki geçişler nedeniyle her zaman için hareketli bir alan olmuş ve dünya
tarihinin belirleyicisi olan hemen hemen bütün ana olaylar ve bunlara bağlı siyasal
gelişmeler, her zaman için orta dünya
adı verilen merkezi bölgenin toprakları üzerinde yaşanan olaylar ile yönlendirilmiştir . Bugüne kadar yaşanan
olaylar ve dönemler dünya tarihini belirlerken ,bir çok savaş gündeme gelmiş ve
siyasetin çatışmacı yönü bu savaşlar üzerinden insanlığın geleceğini
belirlemiştir . Avrupalı devletlerin
felaketler ya da karanlıklar coğrafyası adını verdiği merkezi
bölgede yaşanan olaylar geçmişe dönük
bir biçimde ele alınırsa , bugün yaşanan
gelişmelerin hiç birisinin yeni olmadığı hepsinin geçmişte yaşanan olayların
devamı olarak gündeme geldiği ,ya da
geçmişten gelen birikimin bugünün koşullarına uydurularak yeniden siyaset sahnesine taşınmak istendiği
görülmektedir. Böylesine çok olumsuz
bir durum ile insanlığın karşı
karşıya kaldığı bir dönemde, dünyayı Siyonist bir çılgınlık doğrultusunda felakete
götüren siyasal projenin yansıması olarak ,Orta Doğu alanında gündeme
getirilen yeni gelişmelerin nereye kadar
gideceği , hangi noktada duracağı ya da bunların dışında yeni girişimlerin ne
zaman ortaya çıkacağı ve bu gibi yenilikler üzerinden ne gibi farklı tabloların gündeme geleceği
şimdiden belli değildir. Bölge
devletlerinin çatısı altında yaşamakta olan masum halk kitlelerinin gelecekte bu
gibi yeni sıcak olaylar ya da felaket senaryoları ile karşı karşıya
kalacakları gibi umutsuz bir durum tüm bölge için büyük bir tehdit kaynağı
olarak ortaya çıkmaktadır .
Merkezi coğrafyada böylesine kötü bir çatışma ortamının
ortaya çıkmasının ana nedeni Avrasya
bölgesini kontrolu altına alan iki büyük imparatorluğun tarih sahnesinden
çekilmiş olmasıdır . İlk olarak Osmanlı İmparatorluğu batılı emperyalistlerin
bölgeye girmesi üzerine başlayan Birinci dünya savaşı felaketi üzerine tarih sahnesinden çekilmiştir . Osmanlı
devleti merkezi alanın devleti olarak tarih sahnesinden çekilince, eski Osmanlı
ülkelerinden gelen büyük nüfus göçleri , yok olan merkezi imparatorluğun yerine bu kez merkezi bir ulus devlet
kurulmasına neden olmuştur . İngiltere ve Fransa Birinci cihan savaşının galipleri olarak
bölgeye Avrupa’nın ulus devletleri
modelini getirmeye çalışmış ama zaman içerisinde bu planlarında
başarısız kalmışlardır . Batılı ülkeler Osmanlı sonrası kurulmuş olan Orta Doğu
devletlerine ciddi bir ulus devlet olarak değil ama birer petrol deposu ve
benzin istasyonu gibi muamele
yapmışlardır . Birinci Dünya
Savaşı sırasında gerçekleşen Sovyet
devrimi üzerine Avrasya kıtası yeniden biçimlenirken, Sovyetler Birliği merkezi alandaki Osmanlı
İmparatorluğu boşluğunun doldurulmasında
üzerine düşen misyonları yerine getirerek etkin olmayı sağlamıştır . Sovyetler Birliği
Osmanlı sonrası otorite boşluğu alanının doldurulmasında istenen
yeni yapılanmayı dünya dengelerinde oluştururken , küreselleşme aşamasına gelene kadar merkezi alanda, doğu-batı
dengeleri doğrultusunda yeni bir siyasal
yapılanmanın öncüsü olmuştur . Ne var ki , yirminci yüzyılın tam ortalarında
Sovyet destekli bir askeri ihtilalin Irak’ta
gerçekleşmesi üzerine , Orta Doğu bölgesinde bir doğu-batı çekişmesi öne
çıkmıştır . Irak’a giren Sovyetler sonradan Suriye’ye de girerek bu iki merkez
ülkesinin Osmanlı çizgisinden uzaklaşmasını ve giderek Sovyetler Birliği etkisi
altında yeni Rus sömürgelerine
dönüşmesini gündeme getirince, başta İngiltere olmak üzere ABD ve diğer batı ülkelerinin tepkileri ile
karşı karşıya kalmışlardır . Rusya’nın Irak darbesi sonrasında artık Orta Doğu’da bir doğu batı çekişmesi dönemi yaşanmaya başlamış ve bu durum soğuk
savaş bitene kadar devam etmiştir .
Sovyetler Birliğinin dağılması üzerine biten soğuk savaş dönemi geride
kalırken , küreselleşme sürecinin
başlamasıyla birlikte bölgede Amerika
Birleşik Devletleri ile İsrail ortaklığının hegemonya girişimleri öne çıkmaya
başlamıştır .
Dünya tarihine bakıldığı zaman merkezi coğrafya da ya bir büyük devlet vardır
ve onun getirdiği düzen orta
dünyanın barış yapılanmasını
yaratmaktadır ya da merkezde yer alan
büyük devlet doğu –batı ekseninde
bölgeye yeni gelen güçlerin etkisi altında kalarak parçalanmaktadır. Bu
durumda bir büyük devletin gücünden gelen otorite düzeni sarsıldığı için, yer
yer ayaklanma ya da dışarıdan gelen saldırı olayları aracılığı ile merkezi
alan bir savaş alanına dönüşmektedir .
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte meydana gelen otorite boşluğunu
doldurmak üzere , Amerikan ordusu on bin
kilometre uzaklıktan gelerek körfez savaşı senaryosu ile bölgeye yerleşmiştir .
Bu arada ,ikinci dünya savaşı sonrasında ABD’nin bölgeye gelişi ile kurulmuş
olan İsrail devletinin de yarım
yüzyıllık bir zaman diliminde komşusu Arap ülkeleri ile sürekli savaşlara yönelmesi de, bölge
barışını ortadan kaldırmış ve böylesine bir süreç içerisinde Orta Doğu bir savaş alanı olarak bugünlere
kadar gelmiştir . Osmanlı hegemonyasının bölgede beş asırlık bir düzen sağlaması
, daha sonra gündeme gelen Sovyetler
Birliğinin bir yüzyıla yakın bir süre
bölgedeki otorite boşluğunu doldurması ile merkezi alanda geçici barış
dönemleri yaşanabilmiştir . Ne var ki , hem Osmanlıların hem de
Sovyetlerin tarih sahnesinden çekilmeleri üzerine ortaya çıkan
otorite boşluğu yapılanmasını , kutsal toprakların yeni devleti İsrail
kendi çıkarları doğrultusunda iyi kullanmayı bilmiş , kurulduğundan
sonraki yetmiş yıl içinde bölge devletleri ile sürekli
savaşarak merkezi alanda barış ortamını kaldırmıştır . Orta Doğunun bütün Arap
devletleri ile savaşmasını iyi bilen İsrail, uluslararası Siyonist lobilerin
desteği ile orta dünyanın yeni egemeni
olmayı hedeflemiştir . Sosyalist sistemin dağılması üzerine Amerikan ordusunun
bölgeye gelerek yerleşmesi ve İsrail’in güvenliği doğrultusunda bütün Arap ülkelerine savaş açması da, günümüzdeki kıyamet senaryosunun giderek tırmanmasına
yol açmıştır .
Orta Doğu sürekli savaşların ortaya çıktığı bir çatışma alanı
olarak dünya tarihinde yerini alırken , savaş dönemleri arasında devreye giren
barış dönemleri de dünya tarihi içinde yerini almıştır . Dünyanın tam ortasında
büyük ve güçlü devletler ya da imparatorlukların bulunduğu dönemlerde merkezi coğrafya da barış düzeni hüküm
sürmekte , böylesine büyük devletler ya hegemonya düzenleri yıkıldığı zaman ,
yeniden bölgeye egemen olma doğrultusunda bütün güç merkezleri devreye girdiği
için çatışma olmakta ve uzun süren çatışma ortamları sonrasında diğer
rakiplerini yenerek devre dışı bırakan siyasal güçler ya da büyük devletler, orta dünyada kendi barış modellerini
oluşturarak merkezi barış düzenleri kurabilmektedirler . PAX ROMANA Roma imparatorluğunun var olduğu dönem de , PAX TURCİCA ya da PAX
OTTOMANA Osmanlı devleti
döneminde , PAX ANGİLİCA Britanya
imparatorluğunun bölgeye geldiği dönemde , PAX AMERİCANA gibi barış planları küreselleşme aşamasında
güçler çekişmesi üzerinden devreye girmiştir . Bugün de , bölgeye gelmiş
olan Amerikan ordusunun gücü üzerinden
kutsal topraklarda üçüncü kez
kurulmuş olan yeni İsrail devletinin ,daha da büyütülerek bütün bölgeye egemen olabilmesi için bir PAX İSRAİLİCA barış planı , bütün
Arap devletlerine saldırılarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .Büyük İsrail
Projesi doğrultusunda bölgedeki tüm Arap
devletlerinin tamamının bölünerek parçalanması ve eyaletler biçiminde
İsrail’in başkenti yapılacak Kudüs merkezine bağlanabilmesi için , askeri ve
terörist saldırılar üzerinden bölge devletlerinin tamamına yönelik bir savaş
dönemi ,uzun sürecek bir çatışmalar dizisi olarak orta dünya topraklarında
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır .Kutsal toprakların üç büyük dinin ortaya
çıktığı yerler olması nedeniyle ,bir
Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulmasına hem İslamiyetin hem de
Hrıstıyanlığın itirazları olmuş ve bu doğrultuda üç
büyük dinin çatışmaları tarihte olduğu gibi bugün de kaldığı yerden devam ederek dünya barışını tehlikeye sokmuştur.
İki milyarlık nüfusa sahip olan İslam
dünyası ile üç milyarlık nüfusu
kapsayan Hrıstıyan dünyasının , dünyanın
ortasında beş milyonluk küçücük bir
İsrail devletinin hegemonyası altına
girmesi beklenemeyeceği için , Orta Doğu’nun geleceğinde ciddi bir savaş
dönemi yeniden öne çıkmaktadır .
Osmanlı İmparatorluğu bir biri ardı sıra savaşlar kazanarak
merkezi coğrafyanın ülkelerini teker teker kendisine bağlayarak, kendi barış
düzenini bir imparatorluk çatısı altında orta dünya halkları için geçerli
kılıyordu . Osmanlının merkezi alan barışı savaşlar üzerinden oluşturuluyordu . Osmanlı sonrasında devreye
giren Sovyetler Birliği ise , PAX
SOVYETİCA adı verilen siyasal
düzenini merkezi coğrafya toprakları üzerinde geçerli kılarken bir barış kongresi toplayarak işe başlıyordu .Birinci Dünya
Savaşı bittikten sonra , merkezi coğrafya Osmanlı dönemi sonrasında yeniden
düzene konulurken , bu bölgede var olan
halkların temsilcileri I Eylül 1920
tarihinde Azerebaycan’ın BAKÜ kentinde
Doğu Halkları Kurultayı adı altında bir bölgesel kongre, Sovyetler
Birliği’nin öncülüğün de toplanmış ve bu kongreye Osmanlı İmparatorluğunun
devamı olarak görülen Türkiye Cumhuriyeti
de temsilci göndererek katılmıştır . Bakü kurultayında İstanbul
temsilcisi değil ama Ankara temsilcisi muhatap olarak alınırken , batı
emperyalizmine karşı bir ulusal kurtuluş savaşı veren Kuvayı Milliye
hareketinin merkezi esas alınmış ve çökmüş bir imparatorluğun kalıntısı olan
İstanbul muhatap olarak görülmemiştir . Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun dünya
savaşını kaybetmesine neden olan son hükümetin temsilcisi olarak Enver paşa da
muhatap olarak görülmemiş ama Ankara’daki yeni devlet esas alınmıştır . Batı
emperyalizminin dünyaya egemen olduğu bir dönemde bütün doğu bölgelerinde
devletler düzeni kurulamadığı için o
dönemde doğu halkları muhatap görülerek
ve Doğu Halkları Konferansı adı altında bir bölgesel toplantı yapılarak
,savaş sonrası dönem için barış ortamının oluşturulmasında bölgesel barış
ittifakı kurulmaya çalışılmıştır .
Böylece emperyalist batı blokunun
karşısına doğu halklarını yanına alarak çıkan
bir Sovyetler Birliği , kurucusu olduğu sosyalist blok ile doğu halklarını kaynaştırmaya çalışmıştır .
Akdeniz’in doğusunda kalan bütün ülkelere o dönemde doğu ülkeleri adı verildiği
için Sovyetler Birliğinin doğu halkları üzerinden merkezi coğrafyanın da yeni
hegemon gücü olarak görülmesi de , Bakü
kurultayı kararları doğrultusunda benimsenmiştir .
Batı emperyalizmine karşı kurulan doğu bloku olarak Sovyetler
Birliği, Bakü kurultayı aracılığı ile bütün merkezi coğrafya ve doğu bölgesi
halklarını yanına çekerek dünya
konjonktüründe bir doğu-batı dengesi oluşturmaya çalışmıştır . Osmanlı sonrası
yeni dönemde merkezi alandaki otorite boşluğunun doldurulması için bütün doğu
halklarını yanına çekmek isteyen yeni imparatorluk olarak Sovyetler Birliği ,
bu doğrultuda merkezi bölgenin ve burada yer alan ülkelerin barış ortamına yönlendirilmesinde etkili olmuştur . Bakü kurultayında alınan
kararlar doğrultusunda batıdan gelen emperyalist saldırılara karşı
anti-emperyalist çizgide bir doğu dayanışması karara bağlanmış ,ayrıca bölge
barışı için bütün doğu halklarının işbirliği yaparak oluşturacakları dayanışma düzeni için de sosyalist
yapılanmanın etkin biçimde kullanılacağı dünya kamuoyuna açıklanmıştır. Bakü
kurultayı , yeni imparatorluk düzeni olarak Sovyet yapılanmasının bölge
halklarına sahip çıkması ve onlar arasında uluslararası bir dayanışma düzeninin
oluşturulması doğrultusunda girişimlerde bulunarak ,bölgede yeniden sıcak çatışmalar
yaratılmaması için çaba göstermiştir . Bu bölgesel kongreye resmi temsilci ile katılan Türkiye
Cumhuriyeti de batı emperyalizminin orta
dünyayı ele geçirmesine karşı
oluşturulan bu doğu birlikteliğinin içinde yer alarak , yeni dönemde
savaşları önleyecek bir merkezi dayanışma düzeni için harekete geçmiştir . Bu doğrultuda , Türk dış politikası Atatürk’ün önderliğinde
bir Sovyet dostluğuna dayandırılmış ve bu durumun sağladığı güvence ortamında
da Türkiye’nin sınır komşusu olan
ülkeler ile ,dışarıdan gelebilecek emperyalist müdahalelere karşı bölgesel bir dayanışma ittifakı devreye sokulmaya çalışılmıştır . Birinci
Dünya Savaşı sonrası koşullarında İkinci Dünya Savaşına engel olmak ve bu
doğrultuda yeniden Orta Doğu’da savaşlar
dönemini başlatmamak amacıyla , Orta
Doğu ülkeleri ile Sadabat Paktı adı altında
bir merkezi dayanışma ittifakı
antlaşması İran ile ortaklık üzerine dayandırılmış ve böylece doğu ülkelerine
yönelik bir açılım yapılmıştır . İran Şahı ,Afgan Kralı ,Ürdün Kralı gibi doğulu krallar Türkiye’ye gelmişlerdir.
Sadabat Paktı sayesinde
Sovyetler Birliğinin Orta Doğu’ya inmesi önlenirken , Balkan Paktı ile
de Hitler ve Mussolini gibi Avrupalı
faşist diktatörlerin merkezi bölgeye saldırmalarının önü kesilmeye
çalışılmıştır . Dün İkinci dünya savaşı günlerinde merkezi coğrafya
büyük emperyalist tehditler ile karşı karşıya kalırken , bugün de bölgeye gelen
ABD ve onun yavrusu konumundaki İsrail devletinin emperyal amaçları öne çıktığı
için, her iki gücün önderliğinde yeni bir savaş dönemi Avrasya
ülkelerine dışarıdan dayatılmaktadır . İsrail’in bölgeye egemen olması
için bütün bölge devletlerinin
parçalanarak eyaletler halinde İsrail’in başkenti yapılacak Kudüs’e bağlanması
istenmektedir . Bu nedenle tehdit altına
giren bütün bölge devletlerinin bir araya gelerek bir Orta Doğu Barış
Konferansı toplamaları acil olarak gerekmektedir . Aksi takdirde dün Irak’ta
başlayan terörist savaşın bugün Suriye’de devam etmesi ve yarın da İran ,Mısır,
Arabistan ,Lübnan , Ürdün, Yemen, Libya ve Pakistan gibi yedi ülkenin
parçalanması da savaşlar aracılığı ile de
gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır . Bir Nato ülkesi olan Türkiye açıktan
hedef alınmazken , dolaylı yollardan Türkiye’nin de hem savaşa girmesi hem
de parçalanmasına giden yollar devreye
sokulmakta ve bir ulus devlet olarak kurulmuş olan Atatürk Cumhuriyeti de ortadan kaldırılmaya
çalışılmaktadır . Batı emperyalizminin merkezi alana egemen olmak için yüz yıldır sürdürdüğü saldırıların
önlenebilmesi için, tıpkı Atatürk’ün iki
savaş arası dönemde yaptığı gibi Türkiye’nin sınır komşusu olan ülkeler ile bir
araya gelerek terör ve savaş girişimlerinin önlenmesi ,Avrupa Birliği gibi bir merkez birliğinin
oluşturulması ve bu doğrultuda bir Orta Doğu ortak pazarının devreye girmesi
bölgede barışın tesisi açısından zorunlu görünmektedir .
Osmanlı sonrası
dönemde bölge düzeni nasıl ilk
BAKÜ kongresi ile sağlandı ise , bu gün de üçüncü dünya savaşına doğru
tırmanmakta olan terör ve savaş girişimlerinin önünün kesilebilmesi amacıyla
ikinci bir BAKÜ kurultayının toplanması
, devam etmekte olan sıcak çatışmaların bir an önce önünün kesilebilmesi
için zorunlu görünmektedir . Atatürk
döneminde olduğu gibi , Türkiye’nin
burada başı çekmesi ve İran ile bir araya gelerek bölge barışının
sarsılmaz temeller üzerine kurulmasını
sağlaması gerekmektedir . Yirminci yüzyıl içinde İran ile gerçekleşmiş
olan Sadabat Paktı, Bağdat Paktı
,Ekonomik İşbirliği Örgütü , Bölgesel
kalkınma Teşkilatı ve Cento gibi merkezi yapılanmaların benzeri olabilecek
bir çizgide ,ikinci BAKÜ
Kongresinin bölgedeki komşu devletlerin işbirliği ile yapılması
gerekmektedir . Öncelikle devam eden terörün ve askeri saldırıların bir an önce
önlenmesi , sıcak olayların bir üçüncü dünya savaşına dönüşümüne izin
verilmemesi , merkezi alana batılı
emperyalist güçlerin dışarıdan müdahale etmelerinin önüne geçilmesi , yeni BAKÜ Kongresi kararları ile sağlanması acil
olarak gerekmektedir . Ayrıca , bölgedeki otorite boşluğunu dolduracak ve
bölgesel çatışmalara izin vermeyecek, güçlü bir güvenlik örgütünün bölge
ülkelerinin eşit katılımı ile
ortaya çıkarılması da dünya
barışı açısından önem taşımaktadır . BAKÜ hem Orta Doğu Barış Konferansının
yapıldığı sembolik kent haline getirilmeli ve İran ile Türkiye arasında bir
köprü olan Azerbaycanın başkenti olarak bölgesel yapılanmanın da merkezi yapılmalıdır . Böylece , İsrail’in Kudüs’ü ,ya da ABD’nin
Bağdat’ı merkez yaparak bütün
oluşturulacak eyaletleri buralara
bağlama biçimindeki emperyal planlarının önüne geçilerek , bölgesel bir insiyatifin kendi merkezli bir
düzeni merkezi alanda ortaya çıkarması sağlanabilecektir . Orta Doğu Barış
Konferansına , Merkezi Devletler Birliğine girecek bütün bölge devletleri ile
birlikte , batı emperyalizminin doğu
bölgelerine yaptığı saldırıların hedefi olan bütün doğu ülkeleri de
katılmalıdır . Böylece , ilk BAKÜ Kurultayında olduğu gibi bütün Doğu ülkelerinin merkezi coğrafya
ülkeleri ile birlikte hareket etmesiyle,
batı emperyalizminin dünya ülkelerine egemen olmasına giden yolun önü
kapanarak , mazlum ulusların dayanışmaları üzerinden bir dünya barışı merkezi
alanda gerçekleştirilebilecektir .ANKARA
ile TAHRAN’ın BAKÜ’de bir araya
gelmesiyle birlikte İran ve bölge
devletlerine yönelik savaş senaryoları önlenerek , bölgesel barış ,dayanışma ve
yapılanmaya giden yolların önü
açılabilecektir .
Yurtta ve dünyada
barış düzenlerinin oluşturulabilmesi için gelinmiş olan aşamada bölge de
barışın da öncelikli bir konuma sahip olduğu görülmektedir . Küresel emperyalizm ile Siyonizm
ortaklığının hedefleri haline gelen bölge devletleri ile birlikte, uluslararası
alanda söz sahibi olan büyük devletlerin de devreye girmesi üzerine , merkezi
bölgede barışı kalıcı bir biçimde
gerçekleştirmek üzere çeşitli
girişimler ile bazı uluslararası yapılanmalar kendiliğinden
öne çıkmaktadır . Yüzlerce yıldır dünyayı yönlendirme çizgisinde etkin olan
batı emperyalizmi , hem İsrail’i kontrol etmek hem de bir an önce kalıcı barış düzeni oluşturabilme
doğrultusunda batılı merkezlerde
toplantılar düzenleyerek , savaş sürecinin kontrol altında tutulmasına
çalışmaktadır . Amerikan devletinin giderek İsrail lobilerinin etki alanına
girmesi yüzünden Avrupa’nın önde gelen büyük devletleri bir araya gelerek
Birleşmiş Milletler ideali ile ilkeleri doğrultusunda bu Siyonist gidişe dur
demeye çalışmaktadır . Batılı başkentlerdeki toplantılardan beklenen sonucular
elde edilemeyince , bu sefer doğu ülkeleri ile birlikte bu ülkelerin başkentleri de devreye
girerek merkezi alanda devam edip
gitmekte olan kıyamet senaryosu
savaşının durdurulması için çabalarda
bulunmaktadırlar . Tahran’a dönük bir biçimde batının silahları merkezi
coğrafyaya döndürülünce, Moskova ,Pekin
ve Astana gibi doğunun büyük başkentleri
devreye girme zorunda kalmışlardır . Batının önde gelen başkentlerinde Orta Doğu barışı için arayış toplantıları
yapılırken , Rusya’nın Soçi kenti ile birlikte Kazakistan’ın başkenti
Astana kenti de doğu ülkelerinin bir araya geldiği merkez
olarak , barış arayışları çabalarının
alternatif yapılanması olarak öne
çıkmıştır . Rusya ve Çin ile merkezi
coğrafya yüzünden karşı karşıya gelen
batılı sömürgeciler , Tahranı hedef tahtasına oturturlarken , Astana
da başlayan görüşmeler zinciri,
barış arayışlarının alternatifi
olmuştur .
Merkezi alanda doğu ve batı ülkeleri karşı karşıya gelirken,
Birleşmiş Milletler çatısı kalıcı bir arayışı için yeterli adres
olamamış ve bu doğrultuda dünyanın önde gelen büyük devletleri kendilerinin
öncü olacağı bir barış düzeni oluşturmak üzere
devreye girmişlerdir . Küreselleşme sürecini kendi çıkarları
doğrultusunda yönlendiren uluslararası
tekelci şirketler , Orta Doğu devletlerini de bu doğrultuda paramparça ederken
, bölgesel çekişmeleri iyice üçüncü dünya savaşı doğrultusunda yönlendirme
arayışları içinde olmuştur . Küresel
şirketler büyürken , devletlerin küçültülmesi operasyonu gündeme getirilerek ,
geleceğe dönük bir istikrarsızlık ortamı üzerinden yeni dünya düzeni oluşturma
arayışları tırmandırılmaya devam
edilmiştir . İnsanlık geleceğe dönük bir
biçimde kalıcı bir barışın arayışı içine girerken , devletler arası
çekişmeler ve her ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda öne çıkartılan siyasal plan ve projeler hızlı bir barışın elde edilmesine yardımcı
olmamış, aksine birbirinden çok farklı çizgilerde öne çıkan ülkelerin çıkarları
devletlerin ulusal çıkarları ile bir araya gelerek aşılması çok zor olan geçiş
aşamalarını zorlamıştır . Bir kaç ülkenin bir araya gelmesi ya da komşu
ülkelerin birbirleriyle sürtüşme noktalarına düşmesi gibi her zaman rastlanan durumların ötesinde
toptan bir yeni Orta Doğu yapılanması
gerçekleştirme arayışı , dünyanın büyük devletlerinin de meseleye kendi çıkarları açısından müdahale etmesinin
önünü açmıştır . Kalıcı bir barış düzeninin ilgili ülkeler arasında yardımlaşma ve destekler yolu ile elde edilebilmesi her geçen gün daha da zor
bir duruma sürüklenirken, uluslararası
alanın getirmiş olduğu dayanışma düzeninden yararlanılmaya çalışılmıştır .
Batının başkentlerinin yanı sıra İstanbul,Soçi ve Astana gibi Asya kıtasının
önde gelen kentleri üzerinden barış arayışlarının kesin bir kalıcılığa
kavuşabilmesi için elden gelen her yol denenerek çeşitli alternatifler üzerinde durulmuştur . Bu kadar arayışa rağmen henüz
bir ciddi çözüm denemesine geçilememesinin nedeni olarak ülkeler arasındaki çıkar çekişmelerinin etkili olduğu görülmektedir . İnsanlık
tarihinde görülen barış arayışlarının
somut bir çözüm getirebilmesi için yapılan
arayışlar ancak tarafların çabaları ile sonuçlandığından hiçbir özveri
göstermeden barış antlaşmaları
yapılmasının mümkün olmadığı
anlaşılmıştır .
Türkiye ile birlikte bütün orta dünya ülkelerini tehdit
eden üçüncü dünya savaşı girişimlerinin sona erdirilebilmesi için Türk devletinin proaktif girişimlerde bulunarak , kalıcı bir barış düzeni oluşturulabilmesi
için buna uygun bir ortamın yaratılmasına çaba gösterilmesi gerekmektedir .
Savaş kalkışmalarına direnerek ya da karşı koyarak bir yerlere
gidilemeyeceğini çeşitli gelişmeler
ortaya koymuştur . Türkiye Cumhuriyeti
devleti Orta Doğu’da kalıcı bir
barış düzenine kavuşulabilmesi için tarihte yaşanmış olan olaylardan ders
çıkarmasını bilerek hareket etmelidir . Bütün bölgesel gelişmelerin arkasında yatan nedenler dikkate alındığı zaman geçmişin bugünlere getirmiş olduğu derslerin sonuçlarından yararlanılarak ,
kalıcı bir barış ortamı yaratılması doğrultusunda emin adımlarla
ilerlenebilecektir . Tarihin insanlığa öğrettiği üzere , merkezi alanda barışa
ulaşmanın ve bu durumu geleceğe dönük olarak koruyabilmenin ancak geniş bir dayanışma ve anlayış ortamı ile mümkün olabildiğini görmek gerekmektedir . İletişim yolları
ile tüm
bilgi birikiminden her aşamada geniş boyutlarda yararlanılabilmesi , var olan devlet
düzenleri sayesinde en geniş boyutlarda
sağlanabilmektedir .Bu durumda , her devlet kendinden önceki dönemin
ortaya çıkarmış olduğu siyasal birikimden yararlanarak sonuç alabilecektir .
Özellikle Avrasya kıtasında yer alan bölge
devletlerinin merkezi alandaki barış
arayışlarını , geçmişten bugüne uzanan bir çizgi içerisinde ele alarak değerlendirmek mümkün
olabilecektir . Belki de , soğuk savaş
sonrası merkezi bölge yapılanması
arayışları , tıpkı Rusya’nın Doğu
Halkları Kurultayını topladığı dönemdeki gibi yeni bir açılımın gerçekleştirilmesiyle mümkün olabilecektir .
Doğu Halkları Kurultayı incelendiği zaman, bugüne ışık
tutan konuşmaların bu çatı altında yapıldığı göze çarpmaktadır . Batının önde
gelen sermayeci kapitalist devletlerine karşı çıkan doğu halkları ekonomik açıdan çok zor durumlarda olmalarına
rağmen gene de barış arayışından
vazgeçmeyerek, geleceğin barışını
yakalayabilme doğrultusunda arayış ve çalışmalarını bugüne kadar
sürdürmüşlerdir .Sömürgelerin uyanışı dönemine paralel bir çizgide barış
arayışları sürüp giderken Asya’nın temsilcisi konumundaki mazlum uluslar, emperyalizme karşı
kendilerini koruyacak bir koruyucu kalkan düzeni oluşturabilmek için ellerinden
gelen her yolu denemişlerdir . Milli devletler ve sömürgelerin
uluslararası düzendeki yerleri ele
alınarak tartışılırsa o zaman bağımsız
ulus devletlerin konumları daha da kesin hatları ile belirlenebilmektedir .
Devletler arası rekabet ve çekişmelerin geride bırakılarak hep birlikte dayanışma içinde barış
arayışlarının gündeme getirilmesi, daha gerçekçi bir biçimde barışa yönelebilmeyi sağlamaktadır .
Emperyalizmin barışçı bir hareketmiş
gibi bütün dünya ülkelerine benimsettirmeye çalıştığı turuncu devrimlerin, yeni
bir tür sömürgecilikten başka bir şey
olmadığı anlaşıldığından artık benzeri
bir renkli devrimler oluşumu ile gerçek anlamda barışı elde edebilecek yeni bir
yaklaşım mümkün olamayacaktır . Emperyalizm gerçek boyutları ile ele alındığı
zaman ,anti-emperyalizmin de böylesine bir
ciddi yaklaşımın ürünü olarak
ortaya çıktığı daha iyi bir biçimde anlaşılabilmektedir . Yirminci yüzyılın
başlarında yaşanan Birinci dünya savaşı sürecinde yapılan Doğu Halkları kurultayının bir benzerinin günümüz koşullarında Merkezi
Devletler Birliği biçiminde ele alınarak yeniden yapılmasının gerektiği anlaşılmaktadır . Bu tür bir yaklaşımın sonucu olacak ikinci bölge
konferansında , Orta Doğu barışı her
yönü le alınarak tartışılacaktır . Merkezi alanda barışı engelleyen ve
zaman içerisinde eskiden olduğu gibi savaşları ve çatışmaları ortaya çıkaran
nedenler ve konjonktür üzerinde her açıdan durulması gerekmektedir . Doğu halklarının yerini yeni barış
konferansında Merkezi Devletler alacağı için artık bölge barışının güvencesi halklar olmayacak ama bunların
yerine bölgesel devlet düzenleri, sorumluluğun yükünü taşıyacaklardır .
Küreselleşmenin bittiği ve bunun yerini bölgeselleşmenin aldığı yeni dönemde ,
bölge barışı için eskisinden çok farklı bir yaklaşım ile hareket edilmesi ,
devletler ile güç merkezlerinin ne gibi
bölgesel yapılanma plan ve programlarına sahip olduklarının öncelikle anlaşılması gerekmektedir.