Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN : MARK’S YANILDI AMA ATATÜRK HAKLI ÇIKTI
Karl Marks’ın
getirmiş olduğu sosyalist tezler
üzerine geliştirilen ideolojik devlet olarak,
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği kurulduktan sonra üç çeyrek
yüzyıl ayakta kalabilmiştir . Dünya konjonktüründeki gelişmeler ,dünyanın en geniş topraklarına
yayılmış olan sosyalist imparatorluğu
dağıtma noktasına getirince ,Moskova merkezli
resmi sosyalizm açıklamaları sona ermiş ve bir büyük tartışma sosyalizm sonrası dönemde başlatılmıştır .
Sosyalizmin yanlışlığı ya da eksikliği ,Sovyetler Birliğinin oluşturduğu resmi
sosyalist düzenin hatalı olup olmadığı
,kapitalist sistemin perde arkasından kendisine bağımlı bir sosyalist düzen
kurduğu ve böylesine bir örgütlenmeye
olan gereksinme ortadan kalkınca , sosyalist sistemin
arkasındaki desteklerin çekilerek bir büyük çöküş senaryosunun
gerçekleştirildiği , Sovyetler Birliğini
yöneten Rusya komünist partisinin çok büyük
hatalar yapmasıyla sosyalist sisteminin
çöküşüne yol açıldığı gibi iddialar
zamanla öne sürülmüş ve sosyalist ideolojinin oluşturduğu
imparatorluk yapılanmasının, neden kısa zaman içinde yıkılma aşamasına geldiği
her yönü ile araştırma ve tartışma konusu olmuştur . Tartışmalar genişledikçe
ve konunun ayrıntılarına girince , sosyalizmi bilimsel bir düzene kavuşturma
iddiasındaki Karl Marks’ın yanıldığı ve yanlış değerlendirmeler ve açıklamalar yaparak sosyalist ideolojiyi
hatalı yönlere sevk ettiği ve bu yüzden de
Marks’ın kurmuş olduğu sosyalist ideolojiyi yönlendiren görüşlerinin
yanlışlar içinde olduğu , bu yüzden Karl Marks’ın yanıldığı zaman zaman
ileri sürülebilmiştir .
Sosyalizm
kapitalizmin alternatifi olarak başka bir dünya yaratmaya çalışırken, bu
süreç ile bağlantılı olarak bu iki ideolojinin arasında yer alan birbirinden
çok farklı bazı üçüncü yol girişimlerine bile zaman zaman karşılaşılmıştır .
Kemalizm de bu tür üçüncü yol arayışlarından birisi olarak ,öncüsü Mustafa
Kemal’in görüşlerini sonraki dönemlere
taşımıştır . Sosyalizm Marks’ın görüşlerini bir araya getirerek ve sistemleştirerek bugünlere getirirken , Kemalizm’de Mustafa Kemal’in görüşlerini günümüze getirmiştir .Karl Marks’ın görüşleri
ile ortaya çıkan sosyalizm ile ,Atatürk’ün görüş ve düşüncelerini bir araya
getiren Kemalizm karşılaştırıldığında ,bu iki ideolojik tutumun hangisinin doğru ya da yanlış olduğunu
belirleyebilecek bir ortam
yaratılabilmektedir . Karl Marks Kapital
isimli kitabında kapitalist sistemi
incelerken , bu sistemin ortaya çıkışı ile birlikte aynı zamanda ortadan kaybolmasını da inceleyerek, kendi
özel görüşlerini belirli bir sistematik
bütün halinde kamuoyuna yansıtmıştır . Tarihsel süreç içerisinde olaylar
birbiri ardı sıra gündeme gelirken
,kapitalizmin belirli bir süreç içinde
ortaya çıktığı gibi , bir zaman
dilimi içinde gene benzer bir biçimde ortadan kalkacağını sosyalizmin ağa babası öne sürmüştür . Karl
Marks’ın dönemine kadar ütopik bir akım olarak sosyalizm belirli hayalleri öne çıkarmaya
çalışırken , Marks’ın çalışmaları ve
katkıları ile sosyalizm bir ideolojik bütün ya da uluslararası bir siyasal
sistem olarak tanımlanabilmiştir . Karl Marks sonrasında düşünce akımı ile birlikte siyasal sistem de
sosyalizme yönelirken ,teorinin ortaya
koyduğu bir tarihsel diyalektik yöntemi ile birlikte, toplumu içinde barındırdığı sınıflar
açısından ele alarak sınıfsal anlamda
analiz eden bir yaklaşım, zamanla
kurumsallaşarak kuramsal alanda
sosyalist ideolojiyi tamamlamıştır . Sosyalizm öncesinden sonrasına
doğru toplumsal yaşam ilerlerken , kapitalist sistemin
şehirlerde yaşamaya başlayan bir kent soylu sınıf olarak burjuvazinin eseri olduğu öne sürülmüştür .
Kapitalist sistem burjuva sınıfının ortaya çıkmasıyla birlikte devreye girmiş
ve bu sınıfın yönetiminde gelişmeler göstermiştir . Bu sınıfın tarih
sahnesinden silinmesi ile de kapitalist sistemin ortadan kalkacağı , gene Marks tarafından öne sürülmüştür .
Toplumsal yaşamın bir bütünsellik içinde sosyal
sınıflar açısından ele alındığı aşamada
kent soylu bir sınıf olarak burjuvazinin
zamanla dağılmaya ya da çöküşe kaymasıyla birlikte bu kez burjuva sınıfının yerini işçi sınıfı olarak proleteryanın alacağı ,Karl Marks’ın geliştirmiş
olduğu tarihsel diyalektik anlayışının
ana ilkelerinden birisi olarak öne
sürülmüştür . Avrupa kıtasındaki sömürgeci devletlerin dünya kıtalarını kendi
aralarında paylaşarak sömürgeciliğe yönelmeleri ile birlikte batı ülkelerinde zamanla büyük sermaye
birikimleri meydana gelmiştir .Sermayenin zamanla çok büyümesi ve tekelci
şirketleri ortaya çıkarmasıyla birlikte de kapitalizm bir ekonomik yaşam düzeni
olarak öne çıkmıştır . Beş yüz yılı geride bırakan kapitalist sistem bu kadar
zaman geride kaldıktan sonra ilgili
çevreler aracılığı ile yeniden değerlendirmeye alınınca
beş yüzyıllık birikimin ortaya
getirdiği bazı gerçekler ile birlikte sosyalizm
ele alınmaya başlanmıştır . Geçmişten gelen bilgiler ile kapitalizm
yeniden değerlendirilirken ,sistemin
geleceği de ele alınarak önümüzdeki
dönemlerin nasıl gelişeceği sorusuna yanıt arayan yaklaşımlar yapılmakta
ve kapitalizmin gelecekte bu hali ile
uygulama alanında olup olmayacağı
sorgulanmaktadır . Kapitalizmin ne olacağı sorusuna yanıt aranırken ,
sosyalizmin bir alternatif düzen olarak nasıl devrede olacağı konusu üzerinde hassas biçimlerde tartışılmaktadır .
Karl Marks’ın bilimsel olduğunu ileri sürdüğü
sosyalizm anlayışında , sınıf savaşları
giderek keskinleşecek ve zamanla
büyüyen işçi sınıfının proleterya devrimi yaparak burjuva sınıfını tahtından
indirecektir . Böylece burjuva sınıfının
çöküşünden sonra bir proleterya diktatörlüğüne geçileceği gibi bir değişim öne sürülmekte ,proleterya
burjuvazinin yerini alırken ,bir baskı rejimi oluşturacak olan proleteryanın
burjuva sınıfını bir büyük devrim ile ortadan kaldıracağı gibi bir dönüşüm Marksizm tarafından şiddetle savunulmaktadır
. Böylesine bir değişimin gerçekleşebilmesi için zamanla burjuva sınıfının proleterya diktatörlüğü tarafından yok
edileceği , kurulan diktatörlüğün baskı rejimi altında da geride kalan burjuvaların tek tek
temizlenerek bütün toplumsal yapının
proleterleşmesinin ve sonunda ortaya
bütünüyle işçileşmiş bir emek toplumunun çıkacağı ileri sürülmüştür . Kapitalizme geçiş ile
ortaya çıkan burjuvazinin , sistemin çöküşü ile birlikte sosyalizme geçilirken proleterya tarafından yok edileceği düşüncesi
, Karl Marks’ın ortaya attığı teorinin
ana fikirlerinden birisidir .Ne var ki , ortaçağ sonrasında aradan geçen beş yüzyıllık dönemde böylesine
bir değişimin hiçbir biçimde
gerçekleşmemesi yüzünden, Karl Marks’ın
yanıldığını ve bu yüzden Marksizmin
hatalı bir dünya anlayışı olduğu öne sürülmektedir .
Marks’a göre
proleterya sınıfı öylesine
gelişecek ki ,sonunda iktidarı ele
geçirerek yapacağı bir darbe ile devleti
işçi sınıfının diktatörlüğüne dönüştürecektir . Bu aşamadan sonra devlet
ile birlikte toplumda proleterya
diktatörlüğünün egemenliği altına
girecektir . Kent soylluluğun kökünün temizlenmesi ile birlikte herkes
işçileşecek ve ortaya bir işçi sınıfı diktatörlüğü çıkacaktır . Marks bu
görüşlerini Avrupa ülkelerinde 1848
devrimlerinin gündeme geldiği aşamada öne sürmüştür . O dönemde sömürgeci
Avrupa ülkelerinde, atelyeler
uygulamasından fabrikalar
düzenine doğru bir geçiş aşaması yaşandığı için, hızla işçi sayısının
arttığı ve bunların sendikalar çatısı altında bir araya gelerek sosyalizm
öncesinde sendikalizm akımını gerçekleştirdikleri görülmüştür . Binlerce
işçinin sendika örgütlerinin çatısı altında bir araya gelmesiyle birlikte
sendikalizm ihtilalciliğe doğru
yönelmiştir . İhtilalci sendikaların patronların kapitalist düzenini
bozmaması için, ihtilalci sendikalizme karşı sosyalizm bilimsel bir sistem
olarak hazırlanıyordu . Batı Avrupa’nın zengin ülkelerinde meydana gelen bu
gibi gelişmeler ,daha sonraki dönemde yirminci yüzyılın karşı kutubu olan
sosyalist sistemin Rusya’da kurulmasına
yol açmıştır .Ne var ki , Rusya’daki sosyalist sistem işçi sınıfı
olmadığı için Bolşevizmin örgütlediği
dışarıdan gelen aydınlar tarafından oluşturulmuştur.
Karl Marks’ın
proleterya diktatörlüğü ya da
devrimciliği hakkındaki
görüşlerinin hatalı çıkmasına rağmen
, sermayenin birikimi ya da kapitalizmin bir sermaye diktatörlüğü olarak ortaya
çıkması konularında,Marks’ın bu kez haklı
çıktığı görülmektedir . Sermayenin tekelci şirketler ve patronlar gibi ciddi
anlamda azınlığın elinde birikmesi ile birlikte, servet ve fırsat eşitsizliği ortaya
çıkınca burjuva toplumlarının bu yüzden
yüksek oranlarda haksızlık ve
adaletsizlik durumları ile karşı karşıya
geldikleri anlaşılmaktadır
.Böylesine haksız bir toplum yapısında her türlü adaletsizliği ortadan
kaldırmak üzere sosyalizmin çoktan
devreye girerek uluslararası alanda yeni
bir yapılanmayı başlatması gerekirken , gerçekte böylesine bir gelişme uzun
süre çok beklenmesine rağmen bir türlü gerçekleşmeyerek hayal kırıklığına neden olmuştur . Bu durumda
daha farklı sorunlar ile karşı karşıya gelindiği için insanlık yeni siyasal düşüncelere ve
çözümlere yönelmek durumunda kalmıştır . Tarih boyunca kapitalizme alternatif
olarak öne çıkması beklenen sosyalizmin bir türlü toparlanamaması ve dünyanın
değişik bölgelerinde birbirinden farklı uygulamaların öne çıkması ile birlikte
, sermaye düzeni olarak kapitalist sistemin müdahaleleri de sosyalizmin
alternatif bir siyasal düzen olarak
devreye girmesini engellemiştir .
Vahşi kapitalizmin çizmeleri altına alarak
ezdiği bütün ekonomik yapılar zamanla
çöküşe geçerken , kapitalist sistemin kendi çıkarları doğrultusunda dünyaya
empoze ettiği farklı uygulamalar ,dış
müdahaleler aracılığı ile gündeme getirilmiştir . İnsanlık tarihi bir özgürlük
eşitlik dengesi içinde gelişirken ,sermaye sahibi güçlüler özgürlüğü kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmışlar onların yoksulluğa mahkum ettiği halk kitleleri
ise bu haksızlığa itiraz ederek ve bir eşitlik mücadelesine girerek sosyalizmi
insanlık tarihine kazandırmışlardır . Yaşam kavgası içinde güçlüler baskın
çıkarken halk kitleleri ezilmek
durumunda kalmış ve böylesine bir süreç tarihin dönemeçlerinde kırılma
noktaları ortaya çıkararak sosyalist
devrimlere giden yolu açmıştır . Sosyalizm ve benzeri akımlar bir
alternatif olarak devreye giremediği zaman , kapitalizm hızla gelişmiş ve
karşısındaki halk kitlelerini ezme doğrultusunda her türlü baskı ve şiddet
yolunu kullanmıştır . Zenginler her geçen gün daha da zenginleşirken , ezilen insan yığınları yoksulluktan sonra
açlığa da mahkum edilerek vahşi bir
düzen altında kapitalizmin çizmeleri altında yaşam haklarını kaybetmişlerdir
.Böylesine haksız bir gelişmeye karşı insanlığın karşı çıkışı ve eşitlik
arayışı ancak sosyalizm ile mümkün
olabilmiştir .Halk kitleleri eşitsizliğin bedelini öderken zengin sınıflar ile
orta sınıflar arasındaki ekonomik uçurum fazlasıyla genişlemiştir . Piyasa
ekonomisi sürekli olarak zenginleri korurken orta tabakalara sahip çıkmayarak onların ezilerek alt
tabakalara doğru inişe geçmelerine uygun zemin hazırlamıştır .
Genel anlamda bir avuç aşırı zenginin çıkarları
doğrultusunda ekonominin belirleyici
kuralları karar altına alınırken giderek
artan eşitsizlik uçurumlarının bütün kapitalist ülkelerin sosyo-ekonomik
düzenlerini alt üst ettiği görülmüştür
.Dış ticaretin artırılmasıyla zenginleşme olunca bir çok ülkede üretim düzenlerine son
verilerek halk kitleleri işsizliğe mahkum edilmiştir . Bu doğrultuda bütün
ülkelerde gelir dağılımı ile fırsat eşitliği gibi konular en ön planda gelen
tartışma konuları olmuştur . Eşitsizlik uçurumları ülkelerde ekonomik açıdan
fazlasıyla adil olmayan durumlara neden olurken
, dikkatli ve iyi bölüşüm düzenleri yaratılarak bu gibi olumsuz
durumların önlenebileceği ileri
sürülmüştür .Geçmişin sorunları doğrultusunda karamsarlığa kapılan
çevreler umutsuz bir biçimde sosyalist devrim arayışına girerlerken,
milli gelirin daha iyi bölüşümü ile eşitsizliğin giderilebileceği ,ayrıca devletin araya girerek müdahale
etmesiyle gerçekleştirilecek maliye ve vergi reformları aracılığı ile de ülkede
daha dengeli bir ekonomik yaşam düzeni oluşturulabileceği savunulmaya
başlanmıştır . Ekonomistler ekonomik
sorunları kapitalist sistem içinde kalarak çözüme kavuşturmaya çalışırlarken ,
iki asır önce kapitalist sistemin çökeceğini söyleyen Karl Marks bugünkü
dönüşüm aşamasında yeniden tartışılmaya
başlanmıştır .
Karl Marks ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki
ihtilalci sendikalizm başkaldırılarına karşı proleterya diktatörlüğünü
savunurken , burjuvazinin çökeceğini ve
daha sonra da bir sosyalist devrim
ile işçi sınıfının siyasal iktidara el
koyacağını öne sürüyordu . Yoksul işçilerin sefalet düzeni içinde bir devrim
yapmaları beklenemezdi .Üretim araçlarını elinde tutan burjuvazinin karşısında
yer alan çalışan halk kitlelerinin zaman içerisinde mülksüzleştirilmeleri ile
yoksulluğa mahkum edilmeleri ,
ülkede orta sınıfların varlığına son vererek
bir avuç aşırı zengin kapitalistin
diktasını beraberinde gündeme
getiriyordu . Üretim araçları zamanla belirli ellerde toplanarak merkezileşiyor
ve emek giderek ucuzlayarak işçilerin yoksulluğuna neden oluyordu . Sistem içinde başlatılan
mülksüzleştirme zamanla daha üst
tabakalara da sıçrayarak toplumda geniş bir
yoksulluğun tırmanmasına neden
oluyordu. Böylesine güçlenen bir sınıf savaşı sonucunda bütün sınıflar ortadan kalkarken
,proleterya ülkede düzeni yeniden adil
ve eşitlikçi bir düzen kurmak üzere
devrim yaparak siyasal gücü eline geçirecekti . Bu aşamadan sonra da proleterya
diktatörlüğü denilen yeni yaşam düzenine geçilirken kapitalizm bir rejim olarak sona erecek ve yeni yaşam düzeni olarak sosyalist rejime
geçilecekti . Böylece işçi sınıfının diktatörlüğü sayesinde zengin burjuvazi dağıtılarak emekçilerin
egemen olduğu adil bir yaşam düzeni eşitlik ortamı sayesinde gerçekleştirilecekti
.
İkinci dünya savaşı sonrası dönemin
düşünürlerinin görüşleri ise Karl
Marks’dan çok farklı bir biçimde ayrılıyordu . Kapitalizm geliştikçe milli gelir artacak ve daha adil bir bölüşüm ile bireylerin geliri artacağı için yoksulluk da
kalmayacak ve sosyalist bir devrim yapılmadan sosyal demokrasi uygulamaları çerçevesinde sorunlar
çözülebilecekti . Kapitalist sistemin teknolojik yapılanmaya yönelerek yüksek bir verimlilik
ile çalışmaya devam etmesi , toplum içinde daha eşit ve adil bir düzen
kurulmasına yardımcı olacağı için toplumsal patlamalar önlenerek ,sosyalist
düzeni kuracak bir proleterya devrimine
ve diktatörlüğüne gerek kalmayacaktı . Yeni dönemin kapitalizm karşıtı güçler kaptalizmin zaaflarından değil ama
ortaya koyacağı feragatlerin
faziletlerinden doğacağı için çöküş
sonrası geçiş döneminde toplumsal patlama ya da devrimler olmayacak, aksine
sistemin çalışmaya devam etmesiyle
değişim zaman içinde kendiliğinden gerçekleşecekti . Böylesine bir süreç
içinde Karl Marks’ın devrimci
görüşlerine yer kalmıyordu çünkü daha adil bölüşüm ile çalışan halk kitleleri
sisteme entegre olarak , haksızlığın ve
eşitsizliğin neden olduğu yoksulluğun önüne geçiyordu .
Post-kapitalist dönem denilen kapitalizm ötesi toplum yapılanması içinde Marksizmin
ideoloji olarak komünizm de siyasal sistem olarak çökmüştür . Kapitalizmin
aşırı gelişme ile doruk noktasına gelmesi üzerine, toplumsal
yapının kapitalizm ötesi yeni bir
sosyal düzene doğru bir dönüşümü öne çıkardığı anlaşılmaktadır .Kapitalizmin
kaçınılmaz çelişkilerini, yabancılaşmayı ,yoksulluğu, açlığı ve
sefilleşmeyi altederek ortadan kaldıran
bir oluşum olarak prodüktive devrimi gerçekleşmiştir . Artan verim ile birlikte
emekli sandıkları büyük kapitalistlerin yerini almıştır . Bu yardımlaşma örgütleri büyük ekonomik
güçlere kavuşunca , zenginlerle rekabet edebilecek düzeyde bir ekonomik güce
sahip olan sandık örgütlerinin çalışan
halk kitleleri ve emekçi kesimler adına
ülkedeki üretim araçlarını yönlendirme aşamasına geldikleri
görülmektedir . Üretim araçları sermayenin kontrolu dışına çıkınca, sosyo-ekonomik dengeler yeniden oluşturulmuş ve artan
verimliliğin getirdiği zenginlik ve
kaynaklar iyi kullanılarak ve ülkede
doğal kaynaklar yeniden yapılandırılarak , daha akılcı bir yönetim düzeni bilgi
temelli olarak gerçekleştirilmeye çalışılmıştır . Bütün bu değişimler
kapitalist sistem devam ederken gündeme geldiği için ,sistem çökmeden kendini
yenileyerek yola devam edebilmenin arayışı içine girilmiştir . Böylesine yeni bir
durum giderek kurumlaşırken , Marks’ın proleterya devrimi düşüncesi iyice
gündemin gerisinde kalmıştır
.Zamanla kapitalizm gelişerek yok
olmamış ve sosyalizm gelmemiş ama aksine
sistem kendini yenileyerek
küresel emperyalizmin
kuruculuğuna yönelmiştir .
Karl Marks’ın en büyük yanılgısı işçi sınıfının yok oluşunu
önceden tahmin edememesidir .
Sendikalizm ihtilalcilik döneminde yüzbinlerce hatta daha da ileri giderek
milyonlarca insanın sendikaların çatısı altında bir araya gelmesi ile oluşan
bir işçi sınıfı örgütlenmesiyken ,daha sonraları Karl Marks’ın öncülüğünde
sosyalist aydınların kurucusu olduğu sosyalist partiler sendikaların yerine
geçmiş ve sendikalizmin yerini sosyalizm almıştır . Sosyalist partiler sendikalar gibi tam anlamıyla bir işçi sınıfı
örgütlenmesi olamamışlar , bunun yerine sosyalist aydınların da katıldığı ve öncülük ettiği siyasal yapılanmalar olarak tarih sahnesinde
yerlerini almışlardır . Sendikalizm’den sosyalizme geçiş sayesinde işveren sınıfını oluşturan patronlar,
sendikalar üzerinden işçi sınıfı ile karşı karşıya kalmaktan kurtulmuşlardır .
Araya aydınların öncülüğündeki sosyalist partiler girerek, demokrasilerin
sosyalleşmesini sağlamışlardır .Batının gelişmiş ülkelerinde bu yoldan sosyal
demokrasilere geçilmesi de sendikacıları
ayrıcalıklı bir sınıf haline getirmiş ve böylece işçi sınıfının mücadele gücü sendika örgütleri aracılığı ile ayrı bir çizgiye çekilmiştir . Sendika örgütleri patron
örgütleri ile masaya oturarak ekonomik
konuları görüşmeye başlayınca , işçi sınıfının devrimci mücadelesi sona
ermiş ve zaman içerisinde proletrya
denilen işçi ve emekçi kitleleri
dağılarak yok olma aşamasına gelmişlerdir .Kapitalist sistemin işveren örgütleri gibi işçi örgütleri de sermaye sisteminin mantığı doğrultusunda
çalışmalara başladığı noktada artık işçi
sınıfı tarihte kalmış , onun yerine sistemden payını alan sendikalar üzerinden,
liberal sosyal demokrasi düzenine geçilmiştir . Sendikaların işveren örgütleri
ile ortak çalışmaya başlaması üzerine
işçi sınıfı çalışan halk kitlesi olarak adlandırılmaya başlanmıştır .
Proleterya diktatörlüğünün ortadan kalmasına
neden olan işçi sınıfının yok olması oluşumu dünyanın gelmiş olduğu
teknolojik seviyenin bir sonucudur
.Sovyetler Birliği’ni kurmuş olan
sosyalist devrimin daha sonra bütün dünya ülkelerinde işçi sınıfının
devrimci mücadelesi ile gerçekleşeceği
biçimindeki Marksist öngörü ,kapitalist sistem içinde meydana gelen
teknolojik devrim nedeniyle gerçekleşememiş ve Karl Marks’ın bir yanılgısı
olarak tarihteki yerini almıştır .
İnsanlık son dönemlerde her alanda
ileri teknoloji devrimlerine sahne
olurken , her yeni gelen teknolojik
buluşun ya da yeniliğin uygulamaya aktarılması ile birlikte binlerce işçinin
işsiz kalarak işçi statüsünden uzaklaştıkları görülmektedir . Elektronik alanda
meydana gelen büyük devrim tüm
fabrikaları ve üretim merkezlerini doğrudan etkileyerek yapı değişikliğine
zorlamıştır . Önceden bin kişi ile çalışan fabrikaların bugün on ya da yüz kişiyle çalıştığı görülürse , teknolojik yenilenmelerin önümüzdeki
dönemde bütünüyle üretim düzenini
etkileyeceği ve işçi sayısını onda
birlere düşürerek işsiz halk kitleleri yaratacağı anlaşılmaktadır . Kapitalist
sistemin kendisini normal çalışma düzeni içinde yenilemesiyle işçi ve çalışanların
statüleri yeniden belirlenirken ,bir de yeni teknolojilerin insansız yapılanmalarının elektronik bilimi
aracılığı ile uygulamaya konulması ile de, çalışan halk kitleleri içinde işsiz
kalan kişilerin sayıları her geçen gün artmaktadır . Sanayi alanında
4,0 ya da 5.0 gibi yeni düzen arayışları uygulama alanına
aktarıldıkça,yeni teknolojinin işçi
sınıfını yendiği görülmektedir . Sürekli olarak teknoloji yenilenmesiyle
sürdürülen kapitalizmin ,bilinen yapısını geride bıraktığı ve ileri teknoloji üreten
post kapitalist dönemin üretim düzenine geçildiği görülmektedir .
Yenilenen teknolojinin üretim alanında yol açtığı veri paylaşımı ve elektronik otomasyon dönüşümü hızla üretim
düzenlerini değiştirerek tüm dünyayı
yenilemektedir . Akıllı teknolojilerin uygulamaya başlanması ile birlikte,
bütün dünya geleceğin düzenine uyum sağlama yarışına kalkışmaktadır .
Akıllı teknolojiler aracılığı ile
gerçekleştirilen akıllı fabrikalar döneminde
işçi sınıfına olan ihtiyaç iyice gerilemekte ve son teknolojiyi iyi
bilen birkaç kişilik gruplar fabrikaların üretim biçimlerini belirlemektedirler
. Ayrıca içinde hiçbir insanın çalışmadığı sadece yüksek teknoloik üretim amacıyla robotların çalıştığı karanlık
fabrikalar düzeni de günümüzde
gerçekleştirilmiştir . Endüstriyel alanın ve üretim düzeninin hızla dijital bir
yenilenmeye yönelmesi işçi sınıfının küçülmesine neden olmuştur
.Makinalaşma yolu ile ileri teknolojiye
teslim olan bugünün devletleri , aralarındaki rekabet yüzünden ileri
teknolojiye kilitlenerek ve bu alandaki bütün yenilikleri izleyerek, en kısa
zamanda bu yeni duruma uyumlu bir düzene geçebilmenin arayışları içinde
olmuşlardır . Çağdaş bilimin en ileri aşamasının buluşu olan yapay zekanın her
alanda denemeye alınması ve bunun yönetiminde bir üretim düzenine geçilmesi
de işçi
sınıfının aleyhine yenilikler getirmektedir . Teknolojiye teslim olan
bir işçi sınıfının her yenilikte güç kaybetmesi de,proleteryanın bir sınıf
olarak ortadan kalkmasına giden yolu açmakta ve bu nedenle Marksist bir proleterya diktatörlüğünün
hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği gibi bir yeni durumu öne çıkarmaktadır
.İnsanların zaman içinde yabancılaşarak makinalara teslim olması ve makinalaşan düzenin temsilcisi olarak
robotların her alanda kullanılmaya başlanmasıyla işçi sınıfı üretim dışında
kalarak tarihin tozlu sayfalarında yerini almaya doğru sürüklenmektedir . İleri
teknolojinin her şeyi makinalaştırdığı
bir aşamada her alanda insansızlaştırma
olgusu öne çıkmakta ve bir insan unsurunun örgütlenmesi olarak
proleteryanın devre dışı kalması bu yoldan sağlanmaktadır . Yapay zeka
uygulamalarının bilinçli olarak insansızlaştırılması da, işçi sınıfını üretim
alanından uzak tutan bir uygulama olarak bugünün koşullarında uygulanmaktadır .
Kapitalizm teknolojik devrimi geliştirerek uygularken , daha az insan ile daha
çok iş üretebilmenin çabası içine girmiştir .Yarının dünyasının yaratılmasında
ileri teknoloji giderek egemen konuma gelmektedir .
Marks’a göre değer üreten ve üretim aracılığı
ile ortaya ürün koyabilen güç ancak
canlı emekte vardır . İnsanlar ancak
çalışarak emeklerinin ürünü olan üretim sayesinde yaşamlarını
sürdürmektedirler . Üretimde artan
otomasyon ve dijitalleşme kaçınılmaz olarak karışıklıklar yaratarak bunalımlara yol açabilmektedir . Dijitalleşme
maliyetsiz üretim sağlamakta ve işçiler olmadan doğrudan mekanik bir
biçimde üretim yapabilmektedir . Marksizm teknolojik yeniliklerin üretimde
kullanımlarının kazanç oranlarını
düşüreceğini söylemektedir . Bu durumda internet üzerinden yapılan değer üretiminin
,Marksist değer teorisi ile açıklanabilme şansı
giderek ortadan kalkmaktadır . İnternet üzerinden yapılan işlemler
ile bilginin paylaşılması , sonsuz bir
biçimde yapılanmalar sağlanması ile ve
sosyal medyada düşünce ürünlerinin paylaşılmasının emek-değer teorisi ile
açıklanabilmesi mümkün görünmemektedir . Dijital üretime geçiş aracılığı ile
kapitalist üretim düzenlerinde
önemli sıçramalar elde edilerek, kazanç
oranlarının eskisinden çok fazla düzeyde artmasına giden yol açılmıştır .
İnternet kullanımının yaygınlaşması da
çalışan işçi sayında önemli oranlarda düşüşlere neden olmaktadır .
Robotlar aracılığı ile üretimin ve kazanç paylarının fazlasıyla artırılabilmesi
kontrol dışı bir durum yaratmaktadır . Bugün kol emeği biterken herkesin nitelikli ve yaratıcı işlerde
çalışabileceği bir elektronik üretim ve çalışma düzenine doğru geçiş
süreci yaşanmaktadır .Artık kaba gücün
yerini elektronik ve teknolojik güçler alırken , sınıfsal kavgalar aracılığı
ile sosyal devrimler gerçekleştirme dönemi
de geride kalmaktadır .
Marks’ın öngörülerinin ,çağdaş dünyadaki
gelişmelerin ortaya çıkardığı değişim süreci tarafından devre dışı bırakıldığı
bir aşamada ,çalışan halk kitlelerinin toplumsal düzenden dışlandığı , üretimin
elektronik alana kaydırılmasıyla birlikte işçi kitlelerinin sınıfsal birlik ve
bütünlük düzeninden uzaklaştırıldığı bir
aşamaya gelinmektedir . Bilginin kapitalist kullanımı bilgiyi daha değerli bir
duruma getirirken ve tek amaçları daha
fazla kazanç elde etmek olan kapitalist merkezler teknolojik rekabeti tırmandırırken ,hem
maliyetleri düşürmenin yollarını hem de nitelikli ustabaşıların denetimindeki
üretimi onların elinden alarak
uzaklaştırmanın yöntemlerini
,elektronik devrimi iyi kullanarak gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar . Üretim
sürecindeki dijitalleşme olgusu yüksek
eğitimi olmayan deneyimi eksik bazı vasıfsız çalışanların işten çıkarılmalarına
yol açabilmektedir . Teknolojideki ilerlemelerin vasıfsızlara işçi olma hakkını tanımadığı bir
dünyaya doğru gelişmeler ilerlemektedir .
Karl
Marksın öngörülerine ters gelişen yaşam süreci , işçi sınıfını giderek
ortadan kaldırırken proleterya olgusunu da
tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür .Proleterya olgusu zaman içerisinde
ortadan kalkarken , bu sınıfın gelecekte oluşturacağı proleterya devrimi de
geride kalmıştır . Ne var ki , kapitalizm her aşamada kendisini
yenileyerek yoluna devam ederken toplum içindeki gelir dağılımı bozukluğu daha
da yüksek düzeylere çıkarak, insanları
her geçen gün daha fazla işsizliğe ve sefalete mahkum etmiştir . Küreselleşen kapitalizmin yeni
aşamasında partiler gibi sendikalar da anlamını yitirince, sosyal alanda bir
kaos yaşanmış ve giderek sendikalardan uzaklaşan halk kitleleri işsiz ve aç bir
durumda yoksulluğun kitle tabanını
oluşturmaya başlamışlardır . Alabildiğine esnekleşmiş bir istihdam ortamında
sürekli olarak değişen ve düzensiz
işlerde çalışarak güvencesiz bir yaşama zorlanan halk kitlelerinin
ortaya çıkardığı yeni bir alt
tabaka, giderek prekarya adı ile tarih sahnesinde yerini
almaya başlamıştır . Zamanında proleterya kavramını sonuna kadar şiddetle savunan Marksistler, bu kavramın ortadan kalması
üzerine işçi sınıfının yerini alan
işsizler grubuna prekarya adı ile yaklaşım göstermişlerdir . Bir patronun iki
dudağı arasından gelecek talimatlara teslim olan çalışan halk kitleleri
bütünüyle güvencesizlik ortamına sürüklenirken , geçmişin sendikaları aracılığı
ile bir çalışma düzenine sahip olan işçi sınıfının çökmesi üzerine bir avuç aşırı zengin burjuva hem kendi
ülkelerinin hem de dünya düzeninin kaderine el koymuşlardır . Eskiden
sendikalar aracılığı ile kontrol edilebilen halk kitleleri , işçi sınıfının
çöküşü ile ortadan kalkan sendikaların yokluğunda bütünüyle güvencesizliğe terk
edilerek, her an patlamaya hazır yeni tehlikeli bir alt sınıf
siyasal gündeme gelmiştir . Sendika güvencesinden yoksun olarak esnek
bir düzende geçici olarak görev
yapanlar, prekarya oluşumunu tamamlayarak
sosyal düzenin bozulmasını önlemeye çalışmışlardır.
Küreselleşme süreci her şeyi yıkarken , devlet ve toplum düzenlerini alt
üst ederken yeni teknolojiye sahip çıkan
bir yeni iş düzeni oluşturmuştur . Korkutma yolu ile terör,baskı ,sömürü,savaş ve benzeri bütün
olumsuzlukları kullanarak bir avuç patronun hegemonyasında yeni bir dünya düzeni
kurmaya çalışanlar sosyal sınıfları dağıtmıştır. Burjuvazinin içinden en zenginleri küresel
burjuva olarak uluslararası kuruluşlar aracılığı ile örgütleyerek ve elektronik iş düzeni ile de çalışanlar ile
işçileri güvencesizliğe terk ederek yeni
bir tehlikeli sınıfın ortaya çıkmasına yol açmışlardır . Sermaye fazlasıyla
büyütülürken , emek alanı da olabildiğince daraltılmış ve bunun sonucunda
da işsiz güçsüz halk kitleleri
güvencesiz bir ortama sürüklenerek
toplumsal patlamaların ve kaotik
gidiş ile gelişmekte olan terörün
yeni insan unsurunu oluşturmaya
başlamıştır . Küreselleşme bir avuç
insanı aşırı zengin yaparken ,geride kalan bütün halk kitleleri ve diğer toplumsal tabakalar geleceği belirsiz bir kaos ortamına doğru
sürüklenmişlerdir . Gelir dağılımının son derece yüksek olduğu ülkelerde
prekarya sınıfının oluşumu daha hızlı bir biçimde gerçekleşirken , gelir
dağılımı nispeten diğer ülkelere oranla
düşük olan ülkelerde ise her
türlü dağınıklığa rağmen prekarya oluşumunun daha yavaş bir süreçte ortaya
çıktığı görülmektedir . Çalışan yoksullar ile işsiz güçsüz toplum kesimlerinin
zamanla bir araya gelerek ortak hareket etmeleri , küresel emperyalizmin işbirlikçileri
tarafından önlenmeye çalışılmıştır. Güvencesiz varoluş hareketinin diğer toplum
kesimlerine de yaygınlaştırılmaya çalışıldığı artık saklanamayacak bir
gerçeklik olarak toplumun önüne çıkmıştır . Gelişmiş batı ülkelerinde görülen
yarı zamanlı statülerde giderek
daha fazla insanın istihdam edilmesiyle , devlet düzeni içinde tam olarak
güvenceye bağlanmış kamu yönetimi kadrolarının ortadan kaldırılmasına başlangıç
olmuştur . Güvencesizliğin giderek tırmanmasıyla birlikte çalışanlar
arasında ortaya çıkandışlanmışlık ,öfke
ve ikinci sınıf insan konumuna düşürülme gibi ruhsal depresyonlar çalışma
düzenlerini bütünüyle bozarak ciddi ekonomik sarsıntıların yaratılmasına neden
olmuştur . Geçmişin tam zamanlı ve güvenceli iş ortamından koparılan
emekçiler bir anlamda yabancılaşarak, var olan sistemin dışında yeni bir
olumsuz yapılanmaya mahkum edilmişlerdir
.
Teorisini
işçi sınıfı üzerine kurmuş olan Karl Marks , teknolojinin proleteryayı yenerek
devre dışı bırakması üzerine geleceğe dönük öngörülerinin ortadan kalkacağı bir aşamaya gelmiştir
.Marks proleterya devrimi ile burjuvazinin ortadan kalkacağını söylerken,
işçi sınıfının güçlenerek güçlü bir
proleterya oluşumu ile sosyalist devrimini yapılacağına kesin gözü ile
bakıyordu .Böyle bir sınıf ortadan
kalktığına göre artık gelecekte bir sosyalist devrimden söz etmek mümkün
olamayacaktır . Üretim güçleri bütünüyle büyük sermaye kuruluşlarının elinde
toplanması ve en ileri teknolojinin anında büyük sermaye şirketlerinde
kullanılması üzerine , burjuvazi daha da güçlenerek dışa açılmakta ve milli burjuva olmaktan
çıkarak küresel burjuva olma aşamasına gelmektedir . Sınır ötesi ticaret ile
birlikte şirketler de küreselleşerek
,uluslararası tekelci merkezin kontrolü altına girerler . Bu tür bir
gelişim süreci gelecekte bir
küreselleşmeyi öngöremeyen Marksizmin
iyice iflas ettiğini açıkça gözler önüne sermektedir . İhtilalci sendikalizm
dönemindeki işçi ayaklanmaları üzerine patronların isteği üzerine önce Manifesto’yu sonra da Kapital adını taşıyan temel kitabını
yazan Karl Marks ,sosyalizmi geleceğin sistemi olarak örgütlerken
kapitalizm üzerine çalışmış ve bu çalışmaları sonraları işçi sınıfı yerine kendisini finanse eden patronların işine yaramıştır . Marks
Almanya’dan İngiltere’ye geçerken uluslararası kapitalizmin etkisi altında
kalmıştır . Marks’ın teorilerinin bugünkü küreselleşme oluşumunun önünü açtığı
söylenebilir .Marks bir anlamda
sosyalizm adına teori oluşturulurken , dolaylı olarak kapitalizmin aşırı ölçüde gelişmesinin önünü açılmıştır
.Her türlü yabancılaşmaya tam teşhis koyan Karl Marks , ileri teknolojinin işçi
sınıfını ortadan kaldıracağını görememiştir .
Atatürk ise Marks’ın tamamen tersine bugün ezilmekte olan yoksul halk kitlelerini zamanında tespit ederek görüşlerini bu doğrultuda geliştirmiştir
. Atatürk Marks gibi bir teorisyen olmadığı için ortaya bir doktrin koymaya
çalışmamış ,aksine bir eylem adamı olarak sahip olduğu fikirlerini
sistemleştirerek başarıyla uygulama alanına aktarmıştır . Gelişen olaylar ve
değişen koşullar karşısında donup kalmamak için bir teori geliştirmenin peşinde
olmamıştır . Ortaya çıkan her olay
karşısında düşüncelerini açıklamaktan çekinmeyen Mustafa Kemal , gerçekçi olarak hareket etmiş ve gelişmeler karşısında
gerçeklik kazanan durumlar karşısında
belirlediği tutumlar üzerine fikir ve görüşlerini açıklamaktan çekinmemiştir .
Yaşamda en büyük yol göstericinin bilim olduğunu dile getiren Atatürk , Marks gibi bir
teorinin içine sıkışmamış, bilimi esas alarak
ve her türlü bilimsel gelişmeye açık bir tutum izleyerek çağdaş
uygarlığı yakalayabilmenin peşinde olmuştur .Atatürk bu durumda olmayan bir
proleterya üzerinden geleceğin devrimi peşinde koşmamış aksine var olan dünya
düzeni çerçevesinde karşısına emperyalizmi
alarak hareket etmiştir . Marks ,Kapitalizm-sosyalizm karşıtlığından
harekete geçerken , Atatürk emperyalizm ve mazlum uluslar arasındaki çelişkiden yola çıkarak
antiemperyalizmi ana hareket tarzı
olarak ortaya koymuştur . Atatürk sınıfsal bir bakış açısıyla hareket etmemiş
,yeryüzünde var olan devletler ve milletler gerçeğinden yola çıkarak Türk milleti
ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini esas alan
bir yaklaşım ile hareket etmiştir .
Marksizmin sınıfsal analizleri yanlış çıkarken , Atatürk’ün
milliyetçilik ve halkçılık ilkelerinin doğruluğu bir kez daha kanıtlanmıştır .
Atatürk emperyalizmi ana hedef olarak
ele alırken bu doğrultuda her alanda antiemperyal bir mücadeleyi Türk
ulusuna izlenmesi gerekli yol olarak öneriyordu . Normal burjuvazinin yerini
küresel burjuva alırken millik kavramı daha da önem kazınıyordu . Atatürk bu
yüzden bir milli devlet kurarken,enternasyonalizme karşı çıkıyor ve milli
devletlerin oluşturduğu çağdaş uygarlık ailesinin onurlu bir üyesi olacak
modern bir cumhuriyet devleti
modeliyle Türkiye’yi dünya
haritasının tam ortasında kuruyordu . Dönemler değişince Marks’ın görüşlerine uygun olarak kurulmuş
olan Sovyetler Birliği çökerek dağılıyor ama Atatürk’ün kurduğu Türkiye
Cumhuriyeti sapasağlam ayakta kalıyordu . Siyaset cahilleri son sosyalist
devlet olarak Türkiye’yi de çökertmeye çalışmalarına
rağmen emperyalizmin oyunlarını Türkiye’ye karşı kullanamıyorlardı .
Sosyalizm gene Marks’ın görüşlerinin
tersine gelişmiş ve sanayileşmiş
İngiltere ya da Almanya’da gerçekleşemiyor ama bir kırsal alan devleti olan,
sanayisi ve işçi sınıfı bulunmayan bir
köylü toplumu olan Rusya’da , dışarıdan gelen bir grup aydının batı destekli maddi yardımlarına dayanılarak
siyasal bir sistem olarak kuruluyordu .
Ne var ki dış mekanizmaların oluşturduğu bu yapının ötesinde ,aynı dönemde
Türkiye Cumhuriyeti bir milli devlet olarak kurulurken , bir ulusal kurtuluş
savaşı verilerek tarih sahnesine Türk ulusunun çıkışı sağlanıyordu . Türk
ulusunu Atatürk sınıfsal olarak ele almadığı için Sovyetler Birliğine girilmiyor ve her türlü sınıfsal analizin ötesinde , Avrupa devletleri gibi ulusal bir yaklaşım,
milli bir politika olarak benimseniyordu .Avrupa’nın yanında bir ulus devlet
kuran Atatürk , Asya’nın ön ve orta bölgelerinde örgütlenen sosyalist sistemin etkisiyle milliyetçilik
ile birlikte halkçılığı da benimseyerek,
bölge koşullarına uygun bir yeni sistem
modeli oluşturmaya çalışıyordu .Bu yüzden batılı ülkeler , Avrupa’nın
doğusunda Asya topraklarında sosyalizmin
yanı sıra farklı bir yol izleyen Türkiye’nin rejimine de kurucusunun isminden
hareket ederek Kemalizm adını veriyorlardı . Atatürk’ün kurtuluş savaşı
sırasında dile getirdiği her düşünce , ortak liderin merkezi gücü sayesinde
zamanla sistematik bir bütünlüğe sahip olarak, kapitalizm ile sosyalizm
arasında Kemalizm adıyla daha farklı bir
üçüncü yol denemesi olarak benimseniyordu .
Kemalizm ile Marksizm ayrı ülkelerin ve
dünyaların ortaya çıkardığı siyasal sistemler ya da bu doğrultuda geliştirilen ideolojiler olarak
görülmektedir . Marksizm bir ideoloji olmasına rağmen kendisini bilimsel sosyalizm
olarak tanımlayarak çelişkiye düşmektedir . . Kemalizm ise bir uygulama
stratejisi ya da siyasal sistem olarak tarih sahnesine çıkmış olmasına karşılık
, kendisini hiçbir zaman bir doktrin olarak görmemiş ve olabildiğince bilimden
hareket ederek bilimsel gelişmenin öncüsü olmaya çalışmıştır . Marksizm işçi
sınıfına dayanarak dünyayı algılamaya ve açıklamaya çalışırken , Kemalizm emperyalizm gerçekliğini esas alarak bu soruna karşı mazlum
ulusların uyanışı ve dirilişinden yana olmuştur .Atatürk sonuna kadar
ulusalcıdır . Karl Marks ise sonuna kadar
hep enternasyonalisttir . Onun bu anlayışı daha sonraki aşamada
emperyalizmin uluslararası baskı düzeni
olarak küreselleşmeyi öne çıkarmasına giden yolu açmış ve ulus devletlerin geleceğini tehlikeye
atmıştır . Enternasyonel marşı önce komünizmin sonra da uluslararası
kapitalizmin simgesi olmuştur Türkiye ise İstiklal Marşının verdiği güç ile
ayakta kalarak bugünlere gelmiştir . Giderek bütün dünyayı hegemonyası altına
almaya çalışan küresel emperyalizm
, sosyalizmin getirdiği enternasyonalizmi benimsemekte ve bu
doğrultuda enternasyonel yapılanmalara gidilmektedir . Bugün gelinen
aşamada sosyalist enternasyonel bile
uluslararası kapitalist sistemin
kontrolü altına girmiştir .
Atatürk dünyaya hiçbir zaman sınıfsal bakmamış ,
her zaman ulusalcı bir çizgide bakarak
bütün ulusların kardeşlik dayanışması içinde bir dünya bütünlüğü
sağlayacağı doğrultuda adım atmıştır . Halkçılık onun anlayışında
sınıfsallığı ortadan kaldırmıştır .Tekelci kapitalizm ve onun uzantısı küresel
emperyalizm devam ettiği sürece ,emperyalizme karşı antiemperyalist bir karşı çıkış her zaman örgütlü olarak
dünya halklarının ve devletlerinin
işbirliği içinde gerçekleştirilecektir .Yeni yüzyılda işçi sınıfı ihtilalleri
yüz yıl geride kalırken ,dünya halklarının özgürlük mücadelesinin bir büyük dayanışma içerisinde dünya
uluslarını tam anlamıyla bağımsızlık
düzenine doğru yönlendirdiği görülmektedir . İşçi sınıfı tarih olurken mazlum
ulusların dayanışması gündeme gelmiş ve beş kıtanın her bölgesinde mazlum
ulusların bağımsızlık mücadeleleri öne çıkmıştır . Emperyalizme karşı ilk
antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşı
vererek bütün dünya uluslarına örnek olan Atatürk, haklı çıkmış ama teknolojik
gelişmeleri göremeyen , proleteryanın
kayboluşunu dikkate alamayan sosyalist sistemin kurucusu Karl Marks
yanılmıştır . Şimdiye kadar görmezden gelinen bu gerçekliğin artık tam
anlamıyla ortaya konulması sayesinde dünyanın geleceğinde mazlum ulusların
uyanışının bulunduğu artık inkar edilemeyecek bir gerçeklik olarak kabül edilme durumuna gelmiştir .
Batı ekonomisinin bunalıma girdiği sıralarda ve özellikle Avrupa kıtasındaki gelişmiş
ülkelerde kazanılmış sosyal ve ekonomik haklardan ödün verilmesi gibi
durumlarda , basın organları Marks’ın hayaletinin Avrupa’nın üzerinde dolaştığını dile getiren
yayınlar yapmaktadırlar . Gelişmeler karşısında
yanılan Marks’ın geride kalması gerekirken ,bazı enternasyonal merkezler
gene Marks’ı kullanarak gelinen yeni aşamaları yönlendirmeye çalışmaktadırlar .
Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra
Türkiye Cumhuriyetinin yıkılmasını bekleyenler de yanılmışlardır . Türk
devleti bütün yeni gelişmeleri yerinde izleyerek gereken önlemleri almakta ve küresel emperyalizmin saldırılarına karşı
çıkarak yeni yüzyılda da yoluna devam
etmektedir . Karl Mark’s patronların
isteği doğrultusunda işçi sınıfını yapılandırırken, Das Kapital kitabı ile Kapitalist sistemi
esas alıyordu . Atatürk ise dünya savaşı sonrasında imparatorlukların dağıldığı
bir sırada verdiği savaşı ve kurduğu devleti , Nutuk isimli kitabında ortaya
koyuyordu . Yeni gelinen süper emperyalizm aşamasında artık ana çelişki
sosyalizm-kapitalizm karşıtlığı olmaktan çıkarak , küresel şirketler ile ulus
devletler zıtlığı olarak gündeme
geliyordu . Kapitalist emperyalizm bütün dünyayı ekonomi ve piyasalar üzerinden
ele geçirerek tek bir dünya yapılanması
için uğraşırken, sosyalizm iyice geride kalıyor ve yeni zıtlaşmanın bir tarafı
küresel şirketler olurken , diğer taraf da ulus devletler olarak gün ışığına
çıkıyordu .Zamanında mazlum ulusların geleceğini gören ve dünyayı ancak mazlum
ulusların yeniden yapılanması ile
yönetmenin mümkün olacağını Atatürk geçen asrın başlarında dile
getiriyordu . Geldiğimiz aşamada Atatürk haklı çıkarken , her türlü zorlamalara
rağmen Marks’ın yeniden referans olarak
gündeme gelmesi mümkün görünmüyordu . İşçi sınıfı olmadan Marks’ın teorisinin
önümüzdeki dönemde yeniden öne çıkmasını beklemenin bir düş olmaktan öteye
gidemeyeceği artık kesinleşmiştir.
İşçi sınıfı yerine mazlum ulusları esas alan
Atatürk, kurmuş olduğu ulus devlet ile
her türlü emperyalizme karşı koyarken bugün haklı çıkmıştır .
Günümüzde küreselleşmeye karşı ulusal
mücadele her geçen gün yükselerek devam etmekte ama işçi sınıfı zaman içinde
zayıflayarak küçüldüğü için ortaya bir
sendikal ya da sosyalist mücadele çıkamamaktadır . Geçmişten gelen sendikal
düzen işveren örgütlenmesinin güçlenmesi nedeniyle bir işe yaramaz duruma gelmiştir .Patronların sendikacıları satın
almasıyla başlayan sarı sendikacılık giderek gelişirken , son kalan sendikaları
da işbirlikçi sendikacılar kontrol altına alarak emperyalizmin işini
kolaylaştırmışlardır . İşçi sınıfının tasfiyesinden sonra geride kalan çalışan
kitlelerin örgütlenmeleri de önlenerek ,bu kesimlerin bütünüyle prekarya oluşumlarına
doğru kayıp gitmesinin yolları açılmaktadır .Robotlaşan ekonomi ile birlikte
teknolojik üretimin devre dışı bırakıldığı
yeni dönemde yoksullaşan halk kitlelerinin korunabilmesi için, yeniden
halkçılık hareketlerine ya da uygulamalarına olan ihtiyaç giderek artmaktadır .
Atatürk’ün halkçı bir devlet kurduğunu , ulusalcılığı halkçılık ile
dengeleyerek daha adil ve eşitlikçi bir düzen kurmaya çalıştığı bilinmektedir .
Bu yüzden , Türkiye’nin çevresinde dağılma ,çökme ve tasfiye rüzgarları esmeye başladığı
zaman , Misakı Milli sınırları
içerisinde Atatürk’ün hayaletlerinin
dolaşmaya başladığı görülebilir . Batı kapitalizmi zor durumda kalınca ,
Marks’ın hayaletinden medet umuyorsa , Türkiye’de benzer biçimde olumsuz
süreçlere sürüklendiği zaman bir karşıt çıkış olarak Atatürk’ün hayaletinden
söz edilebilecektir . Türk devletinin kuruluş modelinin Atatürk ilkelerine
dayanması ,Atatürk’ün izlediği politikanın haklı çıkması ,küresel sermaye ile
ulus devlet çatışmalarının devam
etmesi ve Türk devletinin onun eseri
olarak yoluna devam etmesi gibi durumlar dikkate alındığında , Türkiye’nin
üzerinde Atatürk’ün hayaletinin
dolandığı söylenebilir . Ne var ki , batı emperyalizmi zor duruma düştüğü zaman
ya da gelişmiş kapitalist ülkeler
bunalıma sürüklendiği zaman Marks’ın hayaletinin Avrupa kıtasında
dolaşması mümkün değildir , çünkü işçi
sınıfı tarihte kalmıştır . Ama Türkiye
Cumhuriyeti ve Türk ulusu sonsuza kadar yaşayacaktır .