Bugün gelinen aşamada Türkiye’nin ana gündemi
Atatürkçülüğün tasfiye edilme girişimleridir . Atatürkçülüğün gündemi
ise Atatürk’ün kurmuş olduğu laik,demokratik,ulusal,üniter ve merkezi Türkiye cumhuriyeti devletinin korunmasıdır . Bu görünüm Türkiye
ile Atatürkçülüğün nasıl birbiri içine girdiğini ve her aşamada birlikte ele alınmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır .Türk devletinin kurucu
önderi olan Atatürk ,Ulusal kurtuluş savaşını birlikte yönettiği siyasal kadro ile , Türk ulusunun
istekleri doğrultusunda bir devlet modeli ortaya koyarken , yeryüzündeki hiçbir
siyasal gelişmeyi taklit etmemişler ama
o dönemin koşullarında tarih sahnesinden silinmek istenen bir ulusun
yeniden doğuşunu hazırlayarak , çok uluslu bir imparatorluk sonrasında ,çağdaş ve modern bir ulus devleti dünyanın
merkezi topraklarında kurarak geleceğe
dönük önemli bir adım atmışlardır . Bir anlamda , Türkiye kurucusunun eseri
olarak Atatürkiye olarak da tanımlanabilmektedir . Bu açıdan Türkiye
Cumhuriyeti ile bu devletin kurucusu olan Atatürk’ü birbirinden ayırmak ya da
ayrı düşünmek mümkün değildir . Tarihin dönemeç noktasında imparatorluktan ulus
devlete geçerken , Türk ulusu tarihsel bir öndere sahip olmuş ve Atatürk bu
konumu ile, çağdaş bir devlet olarak Türkiye’nin devlet modelini kendi elleriyle oluşturmuştur .
Bütünüyle Atatürk ve kurtuluş savaşı öncüsü milli kadronun
eseri olan Türk devleti , içinde bulunulan küresel emperyalizm döneminde diğer
ulus devletler gibi zorlanmakta , ulus devletler uluslararası kapitalist sistem
tarafından tasfiye edilirken, Türkiye cumhuriyetinde Atatürk ve eserleri ortadan kaldırılmaktadır
. Öncelikle bir çok yerden Atatürk isminin silindiği haberleri gelmektedir .
Atatürk ve ulusal kurtuluş savaşının öncü kadrosunda yer alan Kuvayı
Milliyecilerin meydanlarda,cadde ve sokaklardaki isimlerinin başka isimlerle
değiştirildiği göze çarpmaktadır . Başkent Ankara’nın kuruluş yıllarında uzun
süre valiliğini yapan Nevzat Tandoğan’ın
isminin , onun adını taşıyan meydandan silinmesi bu açıdan öne çıkan en önemli girişimdir . Cumhuriyeti
kuran kadroların isimleri ve eserleri yavaş yavaş gözler önünden
kaldırılırken , Atatürk’ten uzaklaşan ya
da Atatürksüz bir yeni siyasal rejime
doğru yol alınmaktadır . Bir çok okulun ya da resmi kurumların isimleri değiştirilirken , kuruluş
döneminden kalan birikimin ya da yansımaların tarih sahnesinden silinmesine
ağırlık verilmektedir . Bir anlamda Atatürk döneminden gelen yansımaların
bugünün Türkiye’sinden sürüp gitmesine izin verilmemekte , var olan
emperyal güçlerin plan ve programları
doğrultusunda , Türkiye Cumhuriyeti bir yerlere doğru yönlendirilerek resmen
başka bir siyasal yapılanmaya doğru dönüştürülmektedir . Bu doğrultuda , cumhuriyetin önemli günlerindeki resmi
bayramların artık eskisi gibi
kutlanmaması ama Osmanlı tarihinin önemli günlerinin öne çıkartılarak
kutlanması da ,Osmanlı dönemine geri dönüşün bir simgesi olarak görülmektedir . Atatürkçülüğün yerini Yeni Osmanlıcılık
alırken , Türk toplumunda karşılığı
olmayan bir Osmanlıcılığın oluşturulmaya çalışıldığı giderek
netlik kazanmaktadır . Halen var olan anayasaya göre , Türkiye cumhuriyeti devleti varlığını
koruduğuna göre , fiili durum ile resmi durumu
karşı karşıya getirerek genel bir
değerlendirmenin yapılması gerekmektedir . Yılların birikimi doğrultusunda ortaya çıkan yeni durumların anayasa ve
yasalar ile çelişkili bir duruma gelmesi
,yeni anayasa arayışlarını öne çıkarırken , Türksüz,Atatürksüz ve başında cumhuriyetin genel ilkelerinin
bulunmadığı yeni bir anayasanın istendiğini, artık inkar edilemez bir biçimde herkes görmekte ve
bu durum toplum içinde geleceğe dönük
bir biçimde yeni tartışmalara yol
açmaktadır .
Soğuk savaş sonrası
dönemin önde gelen siyasal projeleri
gündeme getirildiği için ve dış destekler aracılığı ile bunlar Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışıldığından Atatürk ile Türkiye
arasındaki mesafe her geçen gün daha fazla açılmaktadır . Türkiye; Atatürk’ün
Türkiye’si olmaktan uzaklaştırılırken ,Atatürk
tarihin derinliklerine gömülerek
Türk toplumunun günlük yaşamındaki tarihsel etkisine giderek son
verilmektedir . Atatürk ve Atatürkçülük karşıtlığı eskisi gibi açıktan ve sert
bir çizgide yapılmazken , dolaylı yollardan ve sessiz bir biçimde , Türkiye’nin
Atatürk’ten uzaklaştırıldığı son zamanlarda daha fazla göze çarpmaktadır .
Atatürk’ü Fatih ya da Selçuk bey gibi
tarihi bir figür olmaya doğru sürükleyen
anti-Atatürkçü çevreler ve
emperyalizmin borazanı olarak yayın yapanlar
, Türk ulusunun halen çatısı altında varlığını sürdürdüğü Türk devleti gerçekliğini görmezden
gelebilmektedirler . Halen var olan cumhuriyet devleti sürdüğü için Atatürk yalnızca tarihsel değil
ama aynı zamanda güncel bir önderdir . Bir yanda Atatürk’ün kurmuş olduğu
cumhuriyet devleti devam ederken , diğer yandan batının emperyalist
devletlerinin merkezi coğrafyaya egemen olma planları doğrultusunda , Atatürk
ya da ulus devlet sonrasında geçerli olması düşünülen projeler siyasal güçler tarafından sürekli
olarak gündeme taşınmaktadır . Türk devleti bitmiş ya da yok olmuş gibi
hareketler giderek artarken , bir yandan da halen geçerli olan 1982
anayasasının hükümleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti devleti varlığını
sürdürerek yoluna devam etmektedir . Tarihin önemli bir dönemecinde Türk
devleti ve Türk ulusu böylesine çelişkili bir duruma sürüklenerek içinden kolay
kolay çıkılamayacak bir açmazın içine düşürülmüşlerdir .Bir bilim adamı ,bu
durum için Türkiye’ Cumhuriyetinin hem yıkıldığını hem de yıkılmayarak yoluna
devam ettiğini söyleyerek , bu çelişkili
durum ile birlikte tarihsel çıkmazı açıkça ortaya koymuştur .
Birinci Dünya Savaşı
sonrasında bütün imparatorluklar yıkılırken, Osmanlı imparatorluğu da bu
süreçten payını alarak tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmıştır. İmparatorluklardan ulus devletlere
geçilirken , Türk ulusu daha önceki
kurmuş olduğu imparatorluk tipi devleti geride bırakarak çağdaş anlamda modern
bir ulus devlet kurarak, merkezi alandaki varlığını sürdürmeye devam etmiştir .
Türkler bütün dünya ile beraber ulus devlet çağına geçerken , en modern anlamda
bir ulus devleti dünyanın merkezinde tarih sahnesine çıkarmasını bilmişlerdir .
Bu nedenle Osmanlı sonrası dönem için
öne çıkarılan hegemonya planlarının hiç
birisi geçerlilik kazanamamış ve bu durumdan yararlanan Atatürk önderliğindeki
ulusal kurtuluş savaşı kadrosu , Anadolu’daki kongrelerden aldıkları güç ile ,
Atatürk’ün zihninde ulusal bir sır
olarak sakladığı çağdaş cumhuriyet
devletini büyük bir başarı ile kurmasını bilmişlerdir . Düveli Muazzama
denilen dünyanın en büyük ordularına
karşı savaşarak elde edilen zafer , modern bir ulus devletin kurulmasıyla
birlikte geçerlik kazanmıştır . Bugün
küreselleşme aşamasında , yüz yıl önce kurulamayan emperyal düzenin Orta Doğu
bölgesindeki ülkeler üzerinde kurulmaya çalışıldığı görülmektedir . Ulus
devletler çağında , merkezi alanda
emperyalist düzen kurma peşinde koşan batının büyük devletleri , geçen yüzyılın başlarında
gerçekleştiremedikleri çıkar düzenini , küreselleşmenin getirdiği yeni
koşullardan yararlanarak elde etmeye
çalışmaktadırlar . Dünyayı beş yüzyıl sömürmüş olan batılı emperyalistler yeni
dönemde merkezi bir imparatorluk peşinde koşarlarken , Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş olan
merkezi devletlerin tamamını hedef tahtasına oturtarak bunların dağılmaya giden
yolda çökertilmesine çaba
göstermişlerdir . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra merkezi alana gelen Amerikan ordusunun bölgesel
hegemonya düzenine yöneldiği aşamada , hem Atatürk Türkiye’sini hem de
Türkiye’nin kurucu önderi olarak Atatürk’ü hedef haline getirdikleri
anlaşılmaktadır . Dün bazı nedenlerden dolayı Atatürk’ü destekleyen ve onun
devrimlerini olumlu bulan batılı güçlerin yeni dönemde Atatürk’ü kötülemeye başladıkları ve bu doğrultuda Atatürk cumhuriyetinin
ortadan kaldırılması için açıktan harekete geçtikleri artık iyice belli
olmuştur .
Avrupa ve Amerika kıtalarına
sığamayan batılı emperyalist devletler yanlarına Siyonist İsrail devletini de
alarak , yer yüzü kıtalarını yeniden fethetmeye yönelmişler ve bu doğrultuda
birbiri ardı sıra bir çok ülkede açık işgal eylemlerine kalkışmışlardır . Dışa
açılma , ekonomik yoldan entegrasyon ya da uluslararası oluşumlar doğrultusunda
dünya ülkelerinin yönetim insiyatifini ellerine geçiremeyen emperyal güçler ,
açık işgal eylemlerine kalkışarak bütün dünya ülkelerine yönelik yeni bir
sömürgeleştirme eylemini ,kararlı ve ısrarcı bir yaklaşım doğrultusunda gerçekleştirebilmenin arayışı içine
girmişlerdir . Bu doğrultuda dünya haritasında yer alan bütün devletler
emperyalist güçlerin ana hedefi konumuna
gelmişlerdir . Bir yandan ulus devletlere karşı savaş açarlarken ,diğer yandan
da dünyanın ortasındaki geniş alan
olarak Avrasya bölgesini yeniden fethetme girişimlerine kalkışmışlardır . Bu
iki süreç merkezi alanda gelip Türkiye Cumhuriyetinin başına iş açmakta ve Türk
devletinin kurucu önderi Atatürk’ten
uzaklaştırılması gibi olumsuz bir durum
,Türk iç siyasetinin ana belirleyici
unsuru konumuna gelmektedir . Ulus devlet istemeyenler Türklerin ulus
devletini ortadan kaldırmaya çaba gösterirken , merkezi coğrafya fethine
kalkışanlar da , bu alanın tam ortasında yer alan çağdaş cumhuriyet modelinin kurucusu olan
Atatürk’ü tarih sahnesinden kaldırmaya
çalışmaktadırlar . Bu durumda ,Türkiye’nin ana gündem maddesi kurucu önderden uzaklaştırılma çizgisinde bir
Atatürksüzleştirme olgusudur .Atatürk’ün tarih sahnesinden silineceği bir
aşamada ise onun eseri olan Türkiye Cumhuriyetinden söz edebilmek mümkün olamayacaktır
. Yüz yıl önce başarılamayan böyle bir
sonuç, Türk devleti ile birlikte Türk ulusunu da bugünkü yaşam alanından uzaklaştırarak
yepyeni bir dünya yapılanmasını gündeme getirecektir . Bugünkü Atatürkçülüğün
gündeminde bu yüzden , tarih sahnesinden silinme gibi bir olumsuz durum
öncelikli olarak vardır .
On beş yıl önce yeni döneme girerken , ortaya çıkan 28 Şubat
olayı ile Türkiye yeni bir askeri
müdahale durumu ile karşı karşıya getirilmiştir . Batı emperyalizmine ve İsrail
siyonizmine karşıt çizgide bir siyasal
iktidar ,tam tek başına iktidara geleceğe sırada bir dış müdahale olmuş ve askeri bir baskı ile bir hükümet düşürülerek , anti emperyalist
bir İslamcı parti iktidardan indirilmiştir . Daha önceki askeri müdahalelerde
olduğu gibi gene Atatürk’ü referans alan bir askeri müdahale ,Türk devletini eskisinden daha fazla bir
biçimde batılı emperyal senaryolara sürükleyerek, bir çok siyasal
oyuna ülkeyi sürüklemiştir . Soğuk savaşın son elli yılında birbiri ardı sıra
batılı emperyal devletlerin desteği ile gündeme gelen askeri müdahalelerin
hepsi ,Atatürkçülük adına geldiği için Türk halkının önemli bir kesimi bu
yüzden Atatürk’e karşıt bir çizgiye doğru sürüklenmiştir . Büyük çoğunluğu
Müslüman olan Türk halkına tepeden inme darbeler Atatürkçülük görünümü ile gelince ,bu askeri müdahalelerden rahatsız
olan toplum kesimleri darbe karşıtlığı
ile birlikte yavaş yavaş Atatürk karşıtlığına da yönlendirilmişlerdir . Küresel emperyalizm
sivil toplumculuk adına her ülkenin toplumunu kendi devletine karşı düşman
yaparken , Türk devletinin kurucusu Atatürk’e karşıt bir hareket de sivil toplumculuk adına liberal toplum
kesimleri tarafından örgütlenmiş ve dinci çevreler ile işbirliği yapılarak ,
Türk halkının önemli bir kesiminin Atatürk karşıtı bir çizgiye doğru kaydırılması dış destekler sayesinde
başarılmıştır . Soğuk savaş dengelerinde Sovyetler Birliğine karşı izlenen batı
politikalarının Türkiye üzerinden merkezi alana yönlendirilmesi , zaman zaman
askeri müdahaleleri zorunlu kılmış ve , böylesine bir batı hegemonyası
sürecinde askeri darbeleri batılı çevreler Atatürk ve Atatürkçülük adına
örgütlemişlerdir . Türk ulusunun içinden çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri Türk
halkının gözbebeği iken , Nato
üzerinden kotarılan batı hegemonyası
çizgisindeki askeri müdahaleler ,Atatürk
adı kullanılarak ve Atatürkçülük kisvesi altında uygulama alanına getirilince
, Türk halkında ciddi bir Atatürk karşıtlığı yaratılmıştır . Yarım yüzyılın
yaşanan olayları bu doğrultuda kamuoyunda ciddi bir bilinçlenme yarattığı için
artık hiç kimsenin Türk Silahlı Kuvvetlerinden Atatürk adına darbe beklememesi
gerekmektedir .
Bütün darbe kararları batılı merkezlerde alındığı için Türk ulusu batılı ülkelerin çıkar düzeninden
fazlasıyla rahatsız olmuş ve bu durumda
, darbecilerin Atatürk’ü kullanmasına
karşı halkta önemli bir tepki meydana gelmiştir . Ayrıca Türk Silahlı
Kuvvetlerinin , dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir biçimde yargılanması
gene batılı güçlerin senaryoları doğrultusunda gerçekleştirilince , ordu tabanında ve halk kitlelerinde yeni bir bilinçlenme dalgası gerçekleşmiş ve
bunun sonucunda artık batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda hiçbir zaman
bir darbenin yapılamayacağı çizgisinde
,Türk kamuoyunda genel bir düşünce oluşmuştur . Sovyetler Birliği zamanında var
olan demirperdenin kalkmasından sonra Türkiye’nin bağımsız bir Avrasya
politikasına yönelmesi yüzünden , batılı
emperyalistler Türkiye’nin önünü kesmek üzere
uydurma dava senaryoları ile Türk ordusunun üst düzey subaylarını içeri
atarak yargının karşısına çıkarmışlardır . Ayrıca Orta Doğu’da yeni bir imparatorluk peşinde koşan Siyonist
İsrail devleti de, merkezi alana egemen olabilmek için bir Türkiye-İran savaşı
senaryosu gerçekleştirmeye çalışmış ve
bu doğrultuda İslamcı İran’a karşı laik
Türkiye Cumhuriyetinin savaşması doğrultusunda bir cunta hareketini gene
Atatürkçülük adına desteklemeye başlayınca
, Türkiye siyasetini Ergenekon dönemine kadar gerilere götüren bir
tartışmalı dönem gündeme gelmiştir . Son dönemdeki gelişmelere bakıldığında
,artık Türk ordusunun batıdan gelen hiçbir emperyal senaryo doğrultusunda
müdahaleye zorlanamayacağı anlaşılmaktadır . Soğuk savaş döneminde batı
dünyasının güvenliği için büyük yüklere ve sorumluluklara yönlendirilen
Türk Silahli Kuvvetlerinin , kurucu önder Atatürk’ün izinden giderek
artık antiemperyalist bir çizgide hareket edeceği ortaya çıkmıştır . Bu nedenle
, Atatürkçülüğün yeni gündemindeki birinci madde hiçbir darbe ya da cunta
hareketine alet olmamaktır .
Atatürkçülüğün yeni
gündemindeki ikinci madde ise , bu kavramın değişen dünya ve ortaya çıkan yeni
koşullar doğrultusunda yeniden ele alınarak , Atatürk ilkeleri doğrultusunda
genel ve bütünleştirici bir yoruma kavuşturulmasıdır . Sadece giyim ve kuşama
önem veren gardrop Atatürkçülüğü
ile yalnızca resmi günlerde dile
getirilen tören Atatürkçülüğü uygulamaları da ,Türk halkını Atatürk’ten
uzaklaştırmıştır . Gardrop Atatürkçülüğü sadece dış görünüme önem verirken , bu
kavramın içeriğinden hiç söz edilmemesi, hatta daha da ileri gidilerek bu
kavrama gizli anlamlar verilmesi gibi emperyalizm işbirlikçiliği girişimleri
de ülkede Atatürkçülüğün etkisini
yitirmesine ve bu doğrultuda halk kitlelerinin Atatürk’ten uzaklaşmasına yol
açmıştır . Batı tipi giyimi esas alan Atatürkçü yaklaşıma ,muhafazakar
kesimlerin karşı çıkması ve uzun yıllar giyim konusunun ön planda yer alması gibi bir siyasal süreç içerisinde, İslamcı hareketler güçlenerek iktidara gelince
, gardrop Atatürkçülüğü ile hiçbir yere gidilemeyeceği açıkça görülmüştür .
Türk halkını bir dış görünüm sorunu olan giyim konuları ile yıllarca
tartıştıran ve bu yüzden toplumda ciddi bir kutuplaşmanın ortaya çıkmasına yol
açan emperyalizm ,çeşitli
yönlendirmeler aracılığı ile
Türk halkının zihninde antiemperyalist bilinci önleyebilme
doğrultusunda önemli başarılar
sağlayarak , Türkiye’nin bağımsızlığına büyük gölgeler düşürmüştür . Atatürkçü
görünen ama gerçekte Atatürkçülüğü kendi özel düzenleri doğrultusunda
kullanan önemli çıkar merkezlerinin yönlendirmesiyle öne
çıkan tören Atatürkçülüğü de , tıpkı gardrop Atatürkçülüğü gibi , biçimsel bir Atatürkçülük tartışmasına meydan vermiştir .Sadece resmi bayram
günlerinde Atatürk’ü hatırlayan ve bu gibi
törenlerde edebiyat yaparak
Atatürkçülük söylevleri çekenlerin gerçek yaşamda bütünüyle Atatürkçülüğe ters
düşen hareketlerde bulundukları ve
Atatürk karşıtı çevreler ile ortak bir yaşam ve dayanışma içinde oldukları da
zamanla ortaya çıkan gerçekler olmuştur . Atatürkçülüğü dış görünüme ve
göstermelik törenlere bağlayan sahte Atatürkçülerin , Atatürk ve ilkelerine en
fazla zarar veren insanlar olduğu
görülmüştür . Halk kitlelerini aldatmak üzere yapılan bu şekilcilik Atatürkçülüğe ve Atatürk ilkelerine büyük zararlar vermiştir .Biçimsel tören ve gardrop Atatürkçülüğü bu yüzden
acilen önlenmelidir .
Atatürkçülüğün üçüncü gündem
maddesi bugünkü koşullarda yeniden ele alınarak
gerçekçi bir yorumunun yapılmasıdır . Batılı gizli servislerin Batı
bloku ile yaşanan olaylarda ters düşen Türkiye’yi ,yeniden batı emperyalizminin
kucağına oturtma doğrultusunda bir Neo-Kemalizm , Türk ulusu ya da Türk devleti
açılarından kabül edilemeyecek bir uluslararası senaryodur . Küresel dönemin
başlangıcından bu yana Türkiye’yi sürekli olarak bulunduğu coğrafya da kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan batı emperyalizmi yüzünden ,Türk
devleti batılı müttefiklerine güvenemez bir
duruma gelmiştir . Siyonizm bölgeye yerleşirken Türkiye komşuları ile
karşı karşıya getirilmiş , küresel sermaye merkezi alana sahip çıkmaya
çalışırken , Türkiye batılı ülkelerin bölgeye dönük senaryolarında taşeron ülke
olarak kullanılmaya çalışılmıştır . Türkiye Atatürkçülük adına batı blokunun
baskıları altında tutulurken,
Atatürk’ün dünyada ve ülkede
barış ilkesi çiğnenmiştir . ABD Büyük
Orta Doğu Projesi doğrultusunda bölgeye
büyük baskılar uygularken , İsrail ise Büyük İsrail projesi doğrultusunda terör
ve savaşı bütün bölge ülkelerine taşırken ,
Türkiye yavaş yavaş Atatürk’ün barış politikasından uzaklaştırılmıştır .
Kutsal kitaplara dayandırılan üçüncü dünya savaşı senaryolarına gerçeklik
kazandıracak düzeydeki siyasal
senaryolar, emperyal güçler tarafından bölgeye taşındıkça , siyasal gerçekler
ters yüz edilerek bölge karıştırılmaya çalışılmıştır . Böylesine bir kaos
ortamında , Türkiye’nin gerçek gündemi görülemediği gibi , Atatürkçülüğün
bugünün ortamında ne anlama geldiği sorusu yanıtsız kalmıştır . Bölgede her şey
yıkılırken , gerçekler ters yüz edilirken , Atatürkçülüğün bugün ne anlama
geldiği sorusu bir türlü
yanıtlanamamıştır . Bu nedenle , Atatürkçülüğün antiemperyalist içeriği bugünün
kuşaklarına tam olarak aktarılamamıştır
.
Türk devletinin kurucu
düşünce sistemi olan Atatürkçülük, gerçek boyutları ile araştırılırken konunun bilimsel açıdan ele alınmasına dikkat
edilmelidir . Atatürkçülük sadece bir ideoloji olarak ele alındığı zaman diğer
ideolojiler ile aynı durumu düşürülmekte ve modası geçmiş ideolojilere benzetilerek onlarla aynı düzeyde geçersiz kılınmaya çalışılmaktadır .
Kapitalizme karşı çıkan sosyalizm ,kapitalist sistemin gelişmesiyle geçersiz
kalabilir ama tıpkı İsrail’i bir milli devlet olarak var eden Siyonizm gibi
Türkiye Cumhuriyeti’ni de bir milli devlet olarak var eden Kemalizm’de var ettiği Türk devleti ile birlikte yaşamaya
devam edebilir . Bu açıdan Kemalizm’i sosyalizm ile değil ama Siyonizm ile
karşılaştırmak daha gerçekçi bir sonuca varılmasını sağlayacaktır . Yahudiler
kendi ulus devletlerini Siyonizm sayesinde kurdularsa ,Türkler de Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini Kemalizm
sayesinde kurmuşlardır . Bu çerçevede
Sovyetler Birliğinin çöküşü nasıl İsrail’in yıkılmasına neden olmuyorsa ,
Türkiye’nin dağılmasına da neden olamayacaktır
,çünkü Türkiye hiçbir zaman bir
sosyalist devlet olmamıştır .Uluslararası kapitalist sistem sosyalist bloku
yıktıktan sonra , ulus devletlerin tasfiyesi aşamasına gelmiştir ama bu
doğrultuda sosyalist sistemin yıkılmasındaki başarılı sonuçları elde
edememiştir . Böylesine bir karşılaştırma ,Türk kamuoyunda yapılamadığı için Atatürkçülük ile gerçek durumun belirginlik
kazanması sağlanamamıştır . Atatürkçülük Kemalizm boyutunda diğer ideolojiler
ile birlikte ele alınarak değerlendirilebilir .Ne var ki , Atatürkçülük sadece
bir ideoloji değil ama aynı zamanda ,
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu
düşünce sistemi olarak da
görüldüğü zaman konu ideolojik değerlendirmelerin ötesinde bilimsel boyutlar da
kazanmaktadır . Bilimsel Atatürkçülük ,
Atatürk kurumunun anayasal misyonu
olduğu kadar aynı zamanda Atatürkçü
bilim adamlarının da görevidir .
Atatürkçülük Atatürk ilkelerine dayanan bir düşünce sistemi olarak , Türkiye Cumhuriyeti devlet modelinin
de yaratıcısı olduğu için , öncelikle bilimsel açılardan ele alınarak
incelenmek durumundadır . Bu nedenle hiçbir ideolojik yaklaşım Atatürkçülüğün
gerçekçi bir değerlendirmesini yapamaz çünkü
Atatürk bir yaşamış siyasal önderdir ve kendi arkasından devam
edecek pozitif bir devlet sisteminin de kurucusudur . Atatürk’ün
yarattığı devlet modeli de incelenmesi
gereken bir genel kamu hukuku sorunudur .
Atatürkçülüğün
günümüzdeki dördüncü meselesi , her
türlü saldırı ve tehditlere karşı korunmadır . Atatürkçü devlet modelinin
laiklik ilkesi , siyasal İslamcı ve şeriatçı akımların sürekli saldırısı
karşısında giderek baskı altına alınmakta ve bazı üst düzey yöneticiler açıktan laiklik
ilkesinin anayasadan kaldırılmasını talep edebilecek kadar ileri
gidebilmektedirler . Laiklik ilkesinin tarihsel süreç içinde nasıl ortaya
çıktığını bilmeyenler , dünyayı tanımayanlar , dinler tarihini okumayanlar ,
dünyayı beş yüzyıl yöneten Avrupa kıtasının tarihinin dinler ve mezhepler
arasındaki savaşlar ile dolu olduğunu bilmeyenler , bugünün koşullarında
laiklik ilkesinin kaldırılmasını açıktan talep
edecek kadar ileri gidebilmektedirler . İslam coğrafyasında laiklik
devrimini gerçekleştiren ilk ve tek örnek olan
laik Türk devletinin var olabilmesi ve
yoluna devam edebilmesi için ,laiklik ilkesinin korunması gerekmektedir
. Ne var ki , bu korumanın silah zoru ile ya da darbeler ile yapılmaya
çalışılması ülkede dinler arasında gerginlik yaratmakta ve diğer din mensupları ile Müslümanların
arasının açılmasına kadar gitmektedir . Laiklik diğer din mensuplarının
Müslümanlara karşı uyguladığı bir baskı düzenine dönüşürse, o zaman Türkiye’de
olduğu gibi Atatürk ve cumhuriyet
karşıtı bir çizgide siyasal İslam ve muhalefet hareketlerinin geliştiği
görülebilmektedir .Türkiye ile birlikte diğer İslam ülkelerinde de benzeri
gelişmelere son zamanlarda fazlasıyla rastlanılmaktadır . Mısır,Tunus ve İran gibi Müslüman ülkelerde yaşanan deneyler
de konunun açıklığa kavuşması açısından önemlidir . Türkiye İslam dünyasındaki
laikleşmenin öncüsü bir ülke olarak yoluna devam edebilmeli ve böylesine bir
gelişmeyi ülkedeki Atatürkçü
hareket sivil yollar ile siyasal girişimler
sayesinde başarabilmelidir .
Atatürkçülüğün beşinci gündem maddesi ise ulus devletin korunmasıdır . Bu
doğrultuda anayasa ile kurulmuş olan üniter devlet yapısının korunması ve
uluslararası antlaşmalar ile resmen kabül
edilmiş olan milli sınırların muhafaza edilmesidir . Benzeri örnekleri
Avrupa’nın önde gelen ulus devletlerinde de görüldüğü gibi , bazı büyük ulus devletlerin sınırları
içindeki bölgelerden birisinde zamanla farklı etnisiteler oluşabilmekte ve
bunlar zamanla gelişerek bağımsız devlet olmaya yöneldiklerinde kendi ülkelerinin
bölünmesine giden yolu açmaktadırlar . Yeryüzünde altı bin sayısının üzerinde
etnik topluluk bulunduğuna göre, her etnisitenin kendi küçük devletini
kurması mümkün olamamaktadır . Uluslaşma
ya da ulus devletlerin kurulması bu küçük kabile ya da kavimsel etnik oluşumların aşılmasını sağlayan
daha ileri bir sosyolojik oluşumdur . Balkanlar ve Kafkaslar gibi tarihin geçiş
bölgeleri ya da kavimler kapısı olarak adlandırılabilecek iki bölgenin tam
ortasında bütünleştirici bir köprü konumunda jeopolitik bir yere sahip
bulunan Türkiye Cumhuriyeti , göçlerden kalan çeşitli alt kimlikli etnik
toplulukları tıpkı Amerikan toplumunda
sözü edilen eritme potası gibi bir
bütünsel yapılanmaya doğru götürebilmek için ulus devlet modeline yönelmiştir . Sovyetler
Birliği gibi bir büyük siyasal yapılanmanın sıcak denizlere inmesinin önlenmesi
doğrultusunda tampon bir devlet olarak
ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti , sahip olduğu geniş sınırlar içerisinde bütün
diğer devletlerde olduğu gibi ,hem merkezi devlet düzenini hem de bu merkezin
çevresinde oluşmuş olan ulus devletin
üniter yapılanmasını korumak durumundadır . Merkezi coğrafyada geçerli
kılınmak istenen bütün yabancı projelerin Türk devletinin birlik ve bütünlüğünü
tehdit etmesi gibi olumsuz durumların
önlenebilmesi için ,Türk devletinin kurucu düşünce sistemi olan Atatürkçülüğün,
her türlü etnik gruplaşmanın ötesinde
Misakı Milli sınırları içerisinde
Türk halkının bütünleşerek ulusal
bir yapı olarak varlığının korunabilmesi
, kurucu düşünce sistemi olarak Atatürkçülüğün göstereceği kucaklama girişimi ,ülkede yaşayan bütün
etnik grupların devlet ve millet çatısı
altında bir araya gelmesini sağlayacaktır . Devlet bazan bir baba gibi bazan da
bir ana gibi kucağını açarak , ülke içinde yaşamakta olan her kökenden gelen vatandaşlarını eşit koşullarda yaklaşarak
koruyabilmeli , onların arasındaki her türlü çatışma ya da sorunu çözerek ülkedeki birlik ve bütünlüğü muhafaza
edebilmelidir .
Türkiye Cumhuriyetini yaratan
siyasal birikimin adı olan Atatürkçülük, hem bir düşünce sistemidir hem de bir
devlet modelidir . Konu bilimsel olarak ele alındığı zaman hem bir düşünce hem de bir hukuk sorunu ile karşı karşıya kalınmaktadır
. Atatürkçülüğe duygusal yaklaşımın ötesinde bilimsel bir bakış açısı ile
yaklaşılmalıdır . Duygusal Atatürkçülük ile ya da Atatürk düşmanlığı ile bir
yerlere gidilemediği görülmüştür . O zaman Türkiye Cumhuriyetini var eden siyasal birikimin temsilcisi olarak
Atatürkçülüğe bilimsel açılardan
bakılması gerekmektedir . Atatürkçülüğün bilimsel olarak ele alınması
ile , Türk devlet modelinin altında yatan bu siyasal birikimin daha etkili bir
biçimde ortaya çıkması sağlanabilecektir . O zaman , Türkiye’nin gündeminin ana
maddesi olarak Atatürkçü devlet modelinin genel kamu hukuku açısından
değerlendirilmesi daha doğru bir biçimde yapılabilecektir . Böylesine bir
devlet modeli tarihin hangi aşamasında neden bu biçimde gerçeklik kazandı ve
önümüzdeki dönem de bu modele dayalı olan Türk devletinin nasıl yoluna devam
edebileceği siyaset ve hukuk
bilimlerinin ortak verileri ile
değerlendirilebilecektir . Türkiye’nin dünyanın neresinde olduğunun ve
neden böyle bir yapı ile ortaya çıktığının gerçekçi bir biçimde
değerlendirilmesi ,ancak bilimsel Atatürkçülük ile açıklanabilecek konular olarak
öne çıkmaktadır .Yeni dönemde bilimsel Atatürkçülük ile bu gibi sorunların
üzerinden gelinebilecektir .
Atatürkçülüğün yeni gündemi n de ana konu Türkiye’nin
geleceğidir . Emperyalist projelerin taşeronları ve onların yerli
işbirlikçileri aradan geçen uzun zaman
diliminde giderek etkinliklerini
yitirdiği için , Türkiye’nin yakın geleceğinde yeni bir Atatürkçü atılıma
gereksinme vardır . Türkiye’yi şimdiye kadar uğraştıran ana konuların hızla
çözüme götürülmesinde, Atatürkçü hareket
bilimsel çözümler ve öneriler gündeme
getirebilmelidir . Ülkenin daha fazla emperyal
güçlerin etkisi altında savrulup gitmesinin önlenmesi doğrultusunda ,
Atatürkçü güçler devreye girerek
sorunların üzerine gitmeli ve kanayan yaralara acil çözümler
üretebilmelidirler . Türk devletinin toparlanmasında , cumhuriyet rejiminin
güçlendirilmesinde , demokrasinin giderek toplumun tabanına doğru yaygınlık
kazanmasında , Atatürkçü güçler bilimsel yaklaşımlar geliştirerek kısa zamanda
yeni çözümler için doğru yaklaşımlar sağlayabileceklerdir . Atatürk’ün kurmuş olduğu parti , aynı zamanda devletin
de kurucu çekirdeği olarak Atatürk çizgisine yeniden dönebilmeli ve özüne
kavuşarak kendisinden beklenen
etkinlikleri ve ulusal
politikaları , etkili bir biçimde geliştirerek devreye sokulmasında kendi
üzerine düşen görevleri yerine getirebilmelidir . Bilimsel bakışın ya da
yaklaşımların yeterli olamadığı durumlarda , Atatürkçüler bir Kemalist akıl
geliştirerek dünya ve yurt sorunlarına ulusal açılardan bakabilmelidirler .
Atatürkçülüğün yeni
gündeminin diğer yönlerini ele alarak bu doğrultuda yeni yaklaşımların
geliştirilebilmesi için dünyadaki
gelişmelerin Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgeye nasıl yansıdığını ve ülke içi
sorunlar üzerinde ne gibi etkiler ortaya çıkardığını öncelikle görebilmek
gerekmektedir . Atatürkçülük adına yapılacak önemli girişimler de Atatürk’ün partisinin olduğu kadar, diğer Atatürkçü kuruluşların da
üzerlerine düşen sorumluluklar doğrultusunda
hareket etmelerinde ulusal yararlar bulunmaktadır .Yaşamda en büyük yol
gösterici olarak bilimi gören ulusal
önder , kendinden sonrası için hiçbir ideoloji ya da doktrin bırakmamış ama
bilimi gerçek yol gösterici olarak
kamuoyuna sunmuştur . Bu nedenle bütün Atatürkçüler, her şeye önce
bilimsel olarak bakmak durumundadırlar . Orta çağın dinsel bakış açısını
küresel emperyalizm doğrultusunda öne çıkaranlar , hiçbir zaman Atatürkçülerin bilimsel bakış
açılarının önünü kesemeyeceklerdir . Bilimi sonuna kadar en iyi biçimlerde kullanacak olan
Atatürkçüler , hem Türkiye’nin hem de kendi gündemlerinin getirmiş olduğu
sorunlara karşı gereken girişimlerde bulunacaklardır .Değişen dünyanın getirmiş
olduğu yenilikler ,bilimsel Atatürkçülüğün
çıkış noktalarını oluşturacaktır . Atatürkçüler , geliştirecekleri
bilimsel yaklaşımlar ile gelecekte Türkiye’nin yoluna devam etmesini
sağlayacaklardır .