Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN : AKDENİZ‘DE İTALYA VE TÜRKİYE
Türkiye ve İtalya hem birbirine çok yakın hem de çok uzak iki
ülke olarak dünya haritasındaki konumlarını bugün de sürdürebilme çabası içinde
olan iki ayrı devlettir . Dünyanın merkezi denizi olan Akdeniz kıyısı boyunca
uzanıp giden bu iki ülke , bir anlamda deniz komşusu konumuna sahip
bulunmaktadır .İtalya , Avrupa kıtasının en güneyinde yer alan bir ülke olarak
aynı zamanda bir çizme görünümünde ve dünyanın
merkezi denizinin tam ortalarında , Akdeniz’in her yanına kadar uzanıp giden bir jeopolitik konuma başka hiçbir ülkenin sahip olmadığı bir
biçimde sahiptir . Nüfus ve yüz ölçümü açısından orta büyüklükte bir devlet
olan İtalya eski imparatorlukların merkezinde yer alacak bir konumda harita üzerinde yer almaktadır . İtalya jeopolitik yeri gereği hem bir Avrupa hem de bir Akdeniz
ülkesi durumundadır . Avrupa kıtasının ortalarından Akdeniz’in ortalarına kadar
uzanıp giden jeopolitik yapılanması ile iki ayrı kültür alanı içinde yer alan
bu ülke, aynı zamanda dünya tarihininde tam ortasında yer almıştır . Dünyanın hem merkezi denizinin hem
de Avrupa kıtasının ortalarından güneye doğru uzandığı için
,İtalyan çizmesini tamamlayan iki büyük ada olarak Sicilya ve Sardinya’da bu
ülkenin sınırları içinde yer almaktadır . Bir anlamda Akdeniz’in en güçlü
ülkesi görünümündedir .
Avrupa kıtasının dağlık yapısı , güneye doğru
uzanan İtalyan yarım adasının da coğrafi
yapısını da belirlemiştir . Uzun bir yarımada konumundaki bu ülkenin kuzeyinden
güneyine doğru uzanan bir dağlık koridor
,ülkenin orta bölgelerinde yerleşim alanlarını belirlemiştir . Harita
üzerinde güneye doğru kayan bu ülkenin
kuzeyi ile güneyi arasında ciddi bir iklim ayrılığı bulunmaktadır .
Kuzey koridoru dağlık yapısı ile Alp
dağlarının devamı bir görünüm
sergilerken , ülkenin diğer bölgeleri bütünüyle Akdeniz ikliminin etkisi
altındadır . Bu durum hem yaşam biçimini hem de tarımsal üretim düzenini
etkileyerek iki ayrı İtalya olgusunu öne çıkarmaktadır . Nüfus
genişliği açısından Avrupa kıtasının üçüncü ülkesi olmasına rağmen , Avrupa
ülkeleri arasında yaşanan rekabet durumu nedeniyle , İtalya’nın nüfus büyüklüğü değişken olabilmektedir .
Avrupa Birliği sürecinde İtalya’nın para
birliğine dahil olması üzerine, ülkede çok ciddi bir ekonomik durgunluk baş
göstermiş ve bunun sonucunda ülkenin
orta tabakalarında bir çöküş durumu
yaşanmıştır .Ekonomik durgunluk giderek bunalıma dönüşürken , yoksul ve işsiz
İtalyan’lar dış göçlere yönelerek, Kuzey
ve Güney Amerika kıtalarında
kendilerine yerleşecek yeni
ülkeler aramaya başlamışlardır .Keşiflerin başladığı on beşinci yüzyıldan
sonra başta Arjantin olmak üzere bir çok
Amerikan ülkesine İtalyanlar düzenli olarak göç etmişler ve bu yüzden de ekonomik koşullarda geçimlerini sağlayamadıkları
ana vatanlarından uzaklaşmak durumunda kalmışlardır .
Harita üzerinde
İtalya’ya genel olarak
bakıldığında ülkenin başlıca üç parçaya bölündüğü görülmektedir . Bir tarafta dağlık
alanlardan meydana gelen Venedik
kentinin ortasında yer aldığı zengin
kuzey İtalya , öbür tarafta
da ise yoksulların yaşadığı Napoli merkezli güney İtalya birbirlerinden ayrı dünyalar
gibi bir görünüm sergilemektedirler . Bu iki bölgenin tam ortasında yer alan
başkent Roma’nın yer aldığı orta İtalya, merkezi anlamda
kuzey ile güneyi birbirine bağlayan bir köprü alan olarak merkezi alanda devletin yapılanmasını sergilemektedir .
Venedik merkezli kuzey bölgesinde yaşayan zengin İtalyanlar uzun süredir güneydeki yoksul İtalyanları beslemek istemediği için , Kuzey
Ligi adı altında yeni bir siyasal parti
kurarak ,bugünün koşullarında ayrı bir
bölgeci ve bölücü politikaya
yönelmişlerdir . Küreselleşme döneminin en önemli özelliklerinden birisi olarak gündeme gelen
zenginler ile yoksulların ayrı bölgelerde kendi devletlerini kurarak yaşama
çabasının açık bir örneği bugünün İtalya’sında yaşanmaktadır . Tarihin her
döneminde uluslararası alanda etkin rol oynayan Venedik kenti bugün de ,
ülkenin kuzeyinde bölücülük yaparak Kuzey ligi
adı altında bir küçük bölge devleti
arayışı içine girmiştir . Bu yüzden ciddi bir bölünme tehdidi altında varlığını
sürdürmeye çalışan İtalya günümüzün siyasal gelişmelerinde eskisi gibi güçlü
bir rol oynayan dünya devleti olmaktan
çıkarak , Akdeniz düzeyinde bir bölge devleti olarak varlığını sürdürme
durumuna sürüklenmiştir . Roma İmparatorluğunun bugünkü mirasçısı olarak ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Zamanında bir kent devleti olarak tarih
sahnesine çıkmış olan Roma kenti ,daha sonraki aşamada bir ülke devletine
dönüşmesi ve daha sonrada zamanla bütün Akdeniz bölgesini sınırları içerisinde
kucaklayan bir imparatorluğa
dönüşmesiyle birlikte , bugünün İtalya’sında her farklı dönemden gelen siyasal
birikimlerin birlikte etkin olduğu bir yeni döneme geçilmiştir . Zamanında Roma
orduları bütün Akdeniz kıyısında yer alan ülkeleri fethederken
, İtalyan ulus devletinin orduları komşu konumundaki Balkan
yarımadasından öteye gidememiştir . Ulus devletin gücü imparatorluklar düzeyine
gelemediği için Roma imparatorluğu
döneminde gerçekleşen Akdeniz’i bir Roma gölüne çevirebilme başarısını İtalyan
ulus devleti sınırlı gücü nedeniyle
başaramamıştır .Zamanında bir kent
devletinden büyük bir imparatorluk
ortaya çıkarabilen Romalılar , daha
sonraki çöküş dönemi sonrasında gene eskisi gibi kent devletleri yapılanması
içinde yaşamlarını sürdürerek Akdeniz ticareti içindeki yerlerini
koruyabilmişlerdir . Roma imparatorluğunun yıkılmasından sonra Venedik, Cenova
, Milano ,Floransa ve Napoli gibi kent devletleri tarih
sahnesinde yerlerini alarak, bu yarım
ada ülkesinin devamlılığının korunmasında önemli katkılar sağlamışlardır . İmparatorluğun yıkılmasından sonra da kent
devletleri üzerinden yarımadanın
jeopolitik merkezi konumu devam etmiş ve
daha sonraki dönemlerde bölgedeki yeni
oluşumların gerçekleşmesinde
yönlendirici olmuştur .
Tarihin her döneminde Avrupa kıtası ile birlikte
yer alan Akdeniz’ in çizmesi Avrupa kıtasının yönlenmesinde etkin olduğu
gibi , Akdeniz bölgesindeki yeni oluşumların biçimlenmesinde de önde gelen etkilere sahip olmuştur .
Özellikle Milat sonrasında ortaya çıkan Hırıstıyanlık dininin batı
bölgesinde hızla yaygınlık kazanmasında İtalya ülke olarak merkezi bir
konuma sahip olunca , Roma kentinin tam ortasında dünya Hırıstıyanlığı’nın merkezi olarak
Vatikan devleti kurulmuş ve bu güne
kadar varlığını sürdürerek yeryüzünün yönlendirilmesinde ana dini merkez olarak etkili olmuştur . Roma
devletinin son dönemlerinde Vatikan
Hırıstıyanlığın devleti olarak öne
çıkarak tarihsel sürecin
tamamlanmasında önde gelen bir rol
oynamıştır .Vatikan bugün de Hırıstıyan uygarlığının merkezi olarak görev
yapmakta ve konumu ile de bütün Hırıstıyan dünyasının yönlendirilmesinde önde gelen bir etki yaratmaktadır . Vatikan
aracılığı bir din merkezi konumuna sahip
olan İtalya , aynı zamanda on beşinci
yüzyılda gerçekleştirilen Rönesans akımının da
ortaya çıktığı ana merkez olmuştur . Din merkezi olduğu kadar Rönesans oluşumu sürecinde de bilimin ve
sanatın merkezi haline getirilen İtalya ,bu kez de Avrupa kıtasının bilimsel ve
kültürel yönlenmesinde başlıca rolleri
oynamıştır . Din ve bilim gibi iki ayrı
ve karşıt oluşumların gündeme gelmesinde
aynı İtalya bölgesi öncü
olabilmiştir . Roma devletinin kurulması
süreci içinde Akdeniz’de güç merkezi
olarak öne çıkan İtalya ,daha sonraki dönemde de yeniden doğuş anlamında Rönesans oluşumunun bütün Avrupa’ya yayılması
sırasında da , bilim ve kültürün merkezi olarak tarihte belirleyici bir role sahip
olmuştur .
Roma imparatorluğu döneminde bütün Akdeniz
bölgesini kucaklayarak bir iç deniz haline getiren İtalyan gücü zayıflamaya başlayınca
,imparatorluk dağılma noktasına gelmiş ve bunun yerini çizme üzerinde yer alan İtalyan şehirlerinin oluşturduğu
kent devletleri almıştır . Roma sonrası dönemde hiçbir kent devleti eskisi gibi
bir imparatorluk hegemonyası kuramadığı için
Ortaçağ yıllarında çizme yarımadası uzun süren bir parçalanmışlık aşamasına maruz
kalmıştır . Roma’nın çöküşü sonrasında bir süre devam eden Bizans imparatorluğu
, dağılma noktasına gelince bu sefer kıta Avrupa’sında yeni devletler görünmeye
başlamıştır . Kent devletlerinin yanı sıra bölge devleti yapılanması da aynı
zaman diliminde İtalyan yarımadasında birlikte yer almıştır . Ülkenin
parçalanarak bölünmesi üzerine Fransa
,İspanya ve Avusturya gibi
Avrupalı krallıkların güneye inerek bu yarımadayı ele geçirmek üzere
çatışmaya yöneldikleri görülmüştür .Komşu krallıkların İtalya’yı ele geçirmek
üzere yarımadaya saldırıları birbiri ardı sıra devam ederken ,yarımada üzerinde
yaşayan topluluklar gelecekte yeniden
birleşerek emperyal saldırılara karşı
bir arada yaşayabilmenin arayışı
içinde olmuşlardır . Kuzeyden gelen saldırı ve işgallere karşı bir araya gelmek
zamanla İtalyan ulus devletine giden
yolu açmıştır . Fransız devrimi ile
birlikte Avrupa kıtası ulus devletler
çağına girmesiyle birlikte , İtalyan yarımadası üzerinde kurulu bulunan küçük
devletçiklerin ortak bir çatı altında birleştirileceği İtalyan ulus devleti
oluşumu kendiliğinden gündeme gelmiştir . Fransa’da ulus devleti kuran Jakoben hareketinin
destekleri ile İtalya’da yeraltı
madenciliği üzerine çalışmalar yapan
Karbonari örgütü çizme üzerinde
bir ulus devlete giden yolu açmıştır . Bugünkü çağdaş İtalya devleti böylece
bir halk örgütlenmesinin sonucunda
ulusallaşarak dünya haritasındaki
yerini almıştır .
Yirminci
yüzyılın ilk yarısında gündeme gelen
dünya savaşları sırasında İtalyan devleti uluslararası konjonktürün gelmiş olduğu yeni
aşamada son derece aktif bir konuma sürüklenmiştir . Birinci dünya savaşında
merkezi ve çevre devletlerin çatışması
sürecinde İtalya’da çok aktif bir biçimde savaşta yer alarak
kendi konumunu korumaya çaba göstermiştir . Savaş sonrasında diğer Avrupa ülkeleri gibi büyük bir ekonomik
çıkmaza sürüklenen İtalya’da , sermaye
yapılanması kendisini koruyabilmek üzere dünya tarihinin ilk açık faşist
hareketinin bu ülkede ortaya çıkmasına
giden yolu açmıştır . Yıllarca cephe savaşlarında en ön planda savaşmak
zorunda kalan İtalyanlar , savaş sonrası büyük bir ekonomik kriz ile
karşılaşınca , bu kez ülkede devleti ve
toplumu hizaya getirecek bir faşist hareketin kaçınılmazlığını yaşamışlardır .
Bütün faşist hareketler gibi var olabilmek ve geleceği güvence altına alabilmek
üzere otoriter bir rejime kayan İtalyan
faşizmi , birinci dünya savaşında kaybettiklerini kazanabilmek ve çevre
ülkeleri işgal ederek ekonomik çıkmazını aşabilmek amacıyla Akdeniz
kıyısındaki komşularına saldırıya geçmiş
ve böylece ikinci dünya savaşına giden yol açılmıştır . Daha sonraki aşamada
Almanya’nın da savaşa girerek bütün Avrupa kıtasını hedef alması üzerine
İtalyan ve Alman devletleri bir araya gelerek
bir büyük faşist cephe oluşumu doğrultusunda işbirliği yaparak bütün Avrupa kıtasını ele geçirmeye
yönelmişlerdir .
Hitler
Nazizmi ile bir araya gelen Mussolini
Faşizmi bütün Avrupa kıtasını
savaş meydanına çevirirken , aynı zamanda Akdeniz’i de benzeri bir biçimde
savaş saldırganlığının yayılma alanı olarak yapısal bir dönüşüme doğru
zorluyordu . Ana hedefi Birinci Dünya savaşı sonrasında kurulamayan İsrail’in kurulması olarak öne çıkan İkinci
dünya savaşı sırasında, İtalya dünya çapında
başlıca aktör olarak rol oynayan bir yeni konuma geliyordu .Savaş sırasında bölgesinde yayılan
İtalya , savaşın kaybedilmesiyle birlikte ordularını yayılma bölgelerinden geri çekmek
zorunda kalarak komşularının işgaline son veriyordu . Savaş sonrasında gene
eskisi gibi çizme yarımadasına hapsedilen İtalya , artık eskisi gibi Roma
imparatorluğu benzeri bir bölgesel genişlemeden vazgeçerek , kendi ulusal
sınırları içerisinde varlığını koruyabilmek
gibi, bir yeni ulus devlet
politikasına doğru kendiliğinden bir yönelme aşamasına geliyordu . İkinci dünya
savaşının İtalya açısından yenilgi ile sonuçlanması üzerine İtalyan
cumhuriyetinin Akdeniz bölgesindeki bütün emperyal isteklerinden vazgeçmesi
gibi yeni bir sınırlayıcı durum öne çıkıyordu . Roma imparatorluğu ve İtalyan kent devletleri dönemlerinde
Akdeniz üzerinde her türlü emperyal siyaseti uygulama şansı bulan İtalyanlar ,
faşizmin yenilgisi üzerine bu gibi eski
isteklerinden vazgeçmek zorunda kalıyorlardı . Bu nedenle yirminci
yüzyılın ikinci yarısı İtalya için yarımadaya çekilme gibi bir izolasyon dönemi
olarak öne çıkıyordu .
Avrupa kıtasından ve Akdeniz bölgesinden geri
çekilerek sınırları içerisine yönelen İtalya
,soğuk savaşın son dönemlerinde
faşist hareketin yarattığı yıkım
ve eziklikler üzerinde yükselen bir komünist hareket ile de karşı karşıya
kalmıştır . İtalya’da önde gelen liderlerin yol göstericiliğinde ilerleyen
İtalyan komünizmi, hızla demokratik bir çizgide
önemli gelişmeler göstererek ,kısa zaman içerisinde İtalya’nın en büyük
siyasal partisi konumuna gelmişti. İtalyanlar faşizmin baskısından çok
çektikleri için, komünistler ve diğer sosyalist hareketler bu Avrupa ülkesinde
demokrasinin yerleşmesi ve ülkede her türlü otoriter rejimin dışlanması
doğrultusunda inançlı bir biçimde işbirliği ile hareket etmişlerdir . Böylesine
bir ortam içerisinde ülkenin en eski partisi olan Hrıstıyan Demokratlar ile
İtalyan Komünist partisinin koalisyon kurması gündeme gelmiştir . Tarihsel
uzlaşma olarak gündeme gelen Komünistler ile Hrıstıyan demokratların işbirliği
yaparak ve koalisyon hükümeti
oluşturarak iktidara gelmeleri, bütün Avrupa ülkelerinde hararetle
tartışılmış ve batı bloku ülkelerde koministlerin demokratik seçimler aracılığı ile kendi
ülkelerinde iktidara gelmelerine karşı
çıkılınca , Amerikan emperyalizmi kendi
kontrolü altındaki kızıl tugaylar
örgütüne Hrıstıyan Demokrat
partinin liderini kaçırtarak öldürtmüştür . Böylece iki bloklu dünyada komünistler ile Hrıstıyan demokratların el birliği yaparak seçimler aracılığı ile
iktidar olmalarına izin verilmemiştir . Avrupa’nın en çok yoksul nüfusu
barındıran bu ülkesinde ezilen halk kitlelerinin sendikaların aracılığı
ile oluşturdukları sol partiler aracılığı ile batı tipi demokrasi
içinde yer almaları önlenmiştir . İtalya’da yaşanan bu karşı karşıya gelme
aşamasından sonra , Avrupa ülkelerinde komünizm ve sosyalizmin gelişmesinin
önüne geçilerek , sermayenin küreselleşmesi sürecinde, demokrasilerin de sol ayağı kesilerek sağ
kanada yaslanan tek ayaklı batı tipi demokrasi
dünya ülkelerine kabül
ettirilmeye çalışılmıştır .
İtalyan Komünist partisinin iktidara
gelmesi koalisyon ortağı
konumundaki siyasi liderin
öldürülmesine neden olunca , uygarlığın beşiği olduğu söylenen İtalya’da gerçek anlamda demokrasi ortadan
kaldırılmıştır . İkinci dünya savaşı sırasında İtalya’ya bağlı bulunan Sicilya
adası üzerinden Avrupa kıtasına giren Amerikan , bu adada merkez kuran İtalyan Mafyası ile de
işbirliği oluşturarak ,Almanya,Fransa ve İngiltere gibi güçlü emperyalist Avrupa ulus devletlerine karşı İtalya’yı kendine çekerek bu ülkenin sahip
olduğu merkezi konumu hem Avrupa hem de Akdeniz’in değişik
alanlarında kullanmaya
çalışmıştır . Bu nedenle ABD ‘nin Avrupa kıtasında yerleştiği ilk ülke İtalya
olmuştur . Amerikan ordularının resmen Avrupa kıtasını çıktığı Normandiya kıyılarına giden yolu ABD
öncelikle Sicilya üzerinden açmış ,
Amerikan gizli servisleri İtalyan
mafyası ile ortaklık kurarak
Avrupa ve Amerika arasındaki ticaret ilişkilerinin devlet
kontrolunda yürütülmesi konusunda işbirliğine giden yol açılmıştır . Yirminci
yüzyılın başlarında dünya egemenliği
için denizlere açılan Amerikan emperyalizmi , Avrupa emperyalizmini temsil
eden İngiltere,Fransa ve Almanya
karşısından İtalya’yı kendi yanına çekerek bu yarım ada ülkesini Avrupa
kıtasında bir ana ticari ve askeri üs olarak kullanmak isteğini ortaya koymuştur . ABD yüzyılın
başlarında İtalya’ya yerleştikten sonra
Avrupa kıtasındaki gücünü artırmış ve daha sonraki aşamada da Nato
isimli bir askeri örgüt kurarak , Avrupa kıtasının batısında yer alan bütün
ülkeleri bu örgütün çatısı altında kendisine bağlamıştır . İtalyan mafyası ile
Akdeniz üzerinden geçen ipek yolunu kontrola önem veren ABD, aynı zamanda
bu ülkenin limanlarından yararlanarak
Avrupa ülkeleri ile ticari ilişkilerini geliştirmiştir . Avrupa’nın üç
büyüklerine karşı çıkan Amerika dördüncü
büyük ülkeyi kendisine doğal partner seçerek bu ülkeye yerleşme yoluna gitmiştir . Bugünün koşullarında ABD
ve Nato’nun en büyük ve önemli askeri
tesislerinin İtalya toprakları
üzerinde kurulmasının sebebi , bu ülkenin Avrupa’nın üç büyükleri gibi benzer bir
emperyalist düzene sahip olmamasıdır . ABD bu ülkeye yerleşirken hem
Avrupa kıtasında hem de Akdeniz
bölgelerinde daha rahat güvenlik yapılanmaları gerçekleştirebilmiştir
.ABD bu ülkeye yerleşerek aynı zamanda Vatikan üzerinden Hrıstıyan dünyasını
yönetme şansını elde etmiştir .
İtalyan devleti hiçbir zaman Roma döneminde
olduğu gibi emperyalist bir düzen kuramamıştır . İtalyanlar , Avrupalı rakipleri gibi üç büyüklerin yolundan giderek
bazı sömürgeler elde etmek ve buralar üzerinden bir emperyalist bir düzen kurmak istemesine rağmen ,bu
doğrultuda Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı İmparatorluğunun
eyaletlerinden birisi olan Libya’ya İtalyanlar asker çıkartmışlardır . Libya’yı
karşı kıyı devleti olduğu için öncelikle ele geçiren İtalya , daha sonraki
aşamada bu ülkenin topraklarından geçerek Afrika kıtasının içlerine doğru
girmeye kalkışmıştır . Libya sonrasında
Habeşistan ve Somali ülkelerine de giren
İtalyan askerleri Kuzey Afrika
bölgesinde Akdeniz’den Hint okyanusuna doğru gelişen bir İtalyan
egemenlik alanı yaratmayı hedeflemişlerdir . Ne var ki , iki dünya savaşını da
kaybeden bir ülke olarak İtalya daha sonraları Afrika ülkelerinden
geri çekilmek zorunda kalmış ve çok
heveslendiği sömürge devletleri
üzerinden emperyal bir egemenlik düzeni
kuramamıştır . İngiltere ve Fransa gibi geçmişten gelen sömürgeci bir geleneği
bulunmayan İtalya, ele geçirdiği birkaç devleti tecrübesizliği yüzünden elinde
tutamamıştır . Eski dönemlerden gelen bir yayılmacı siyaseti istikrarlı
bir biçimde uygulayamadığı için , İtalyan devleti sonraki aşamalarda gene kendi
ülkesine dönerek ulus devlet sınırları içinde hareket etmek zorunda kalmıştır
.Sicilya adasının yanı sıra kendisine çok yakın bir mesafede yer alan Sardunya gibi büyük bir adayı da kendine
bağlama başarısını elde eden İtalya ,bugüne gelinceye kadar savaş sonrası elde
etmiş olduğu bu konumunu koruyabilmiştir .
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında İkinci dünya
savaşının bir sonucu olarak İtalya bir
Nato ülkesi olarak hareket etmiştir . Dünya savaşları sonrasında ,sosyalist bloka karşı bir kapitalist blok
oluşturulurken İtalya batı sistemi içine
dahil olmuştur . Bu nedenle , batı sisteminin sürekli baskıları ve
yönlendirmeleri yüzünden İtalyanlar kendi demokrasilerini özgürce
oluşturamamışlardır .İtalya’da bir komünist partinin serbest seçimler yolu ile
iktidara gelmesi gene batı sisteminin baskıları ile önlenirken ,İtalya karşı kıyıdaki Afrika ülkeleri ile birlikte
sosyalist sistem içinde yer alan doğu ülkeleri ile de ilişkilerini geliştirerek
dünyaya açık bir devlet konumu ile hareket etmeye dikkat etmiştir . Orta
Doğu’dan gelen ipek yolu Akdeniz üzerinden geçerken İtalya gene öne çıkmakta ,
merkezi deniz üzerindeki ticaretin içinde etkin bir konuma sahip olabilmektedir
. ABD ve Nato ile geliştirilen güvenlik ilişkilerinin yanı sıra ticari
hareketlerin de çözüme bağlanmasında,
İtalyan devletinin önde gelen
katkılarının bulunduğu görülmektedir . İtalya günümüzde geçmişten gelen siyasal
birikimi çerçevesinde hareket
etmeye öncelik verirken , çevresinde yer alan komşu devletler ile yeni geliştirilen durumların da ister istemez içinde olmaya doğru sürüklenmektedir .
İtalyan devleti sahip olduğu
jeopolitiğin etkisiyle yönlenirken ,
Nato ya da Avrupa Birliği gibi
uluslararası birlikteliklerin de sağladığı
çeşitli ilişkiler ağının da
içinde yer alarak hareket
edebilmektedir . Bu doğrultuda Türkiye bir
Nato üyesi ve Avrupa Birliği adayı olarak İtalya ile değişik durumlarda
ya karşı karşıya ya da yan yana gelebilmektedir . Türkiye ve İtalya iki orta
boy devlet olarak daha büyük güçlerin
yönlendirdiği batı dünyası çerçevesinde hareket etmek zorunda kalınca
,Akdeniz’den gelen deniz komşuluğu
konumu önem kazanmaktadır . İki ülkenin deniz komşusu olması yüzünden Roma İmparatorluğu Anadolu’ya gelerek bugün Türkiye’nin olan
Anadolu topraklarını sınırları içine
aldığı gibi , Bizans’ı yıkarak İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet’de Roma’yı
almak üzere İtalyan yarımadasına Ossmanlı ordusunu çıkarmıştır . Tarihsel
dönemlerde büyük imparatorlukların sınırları içerisinde bir araya gelen iki
ülke bugün de Akdeniz komşuluğunu korumakta ve bu merkezi deniz üzerindeki yeni
gelişmelere ister istemez taraf olarak işbirliği yapmak zorunda kalmaktadırlar
.
Orta Doğu üzerinden öne çıkan yeni uluslararası
konjonktürün enerji kaynaklarının bulunduğu bölgeler açısından Akdeniz’e kayması üzerine, bir Orta Doğu ve
Akdeniz ülkesi olarak Türk devletinin
Libya’ya asker çıkarmak zorunda kaldığı
bu aşamada ,Osmanlı devletinin
son döneminde gündeme gelen İtalyan işgali ve buna karşı Osmanlı ordusunun
vatan savunması yapması akla gelmektedir
. Modern Türkiye Cumhuriyetinin kurucu önderi Atatürk’ün Libya’nın İtalyanlar
tarafından işgali üzerine, bu ülkeye
gelerek ilk Kuvayı Milliye mücadelesinin yapıldığını bugünün gerçekleri içinde
yeniden anımsamak gerekmektedir . O
dönemde Libya toprakları vatanın bir parçası olduğu için Türkler İtalyan işgaline karşı direnerek
savaşmışlardır . Aradan bir asırlık zaman dilimi geçtikten sonra Akdeniz’
kıyılarındaki enerji mücadelesinde Türkiye ve İtalya bu kez birbirine daha
yakın iki ülke konumuna gelmektedirler.
Akdeniz üzerinden , hem İtalya hem de Türkiye Libya ile komşu olduğu için ,
Libya üzerindeki çekişmelerde her iki ülkenin zaman zaman bir araya geldikleri
görülmüş ve bu doğrultuda yeni bir
işbirliği stratejisi Türkiye ve İtalya
açısından öne çıkmıştır . Bölge dışı devletler on bin ya da beş bin
kilometrelik mesafelerden gelerek
Libya’ya müdahale etmeye kalkışırlarken
, Libya’nın deniz komşusu iki ülke olarak , Türkiye ve İtalya’nın bölge
güvenliğinin sürdürülmesi açısından işbirliği yapmaları gerekmektedir . Ancak
böylesine bir işbirliği bölge devletleri arasında bir güvenlik şemsiyesi
oluşturulmasına yardımcı olarak , savaş
isteyen büyük devletlerin önünü kesebilecektir . İşin içine Nato’nun
karıştırılması , ABD öncülüğünde İngiltere ,Fransa ve İsrail’in çıkarlarına öncelik kazandıracağı için ,
Türkiye’nin bu aşamada İtalya ile
yakınlaşarak Akdeniz kıyısındaki
komşu devletleri n çıkarları
doğrultusunda bir güvenlik yapılanmasına
yönelmesi barışın sağlanması açısından öncelikli ve kaçınılmaz bir durum olarak
ortaya çıkmaktadır .
Avrupa Birliğinin Akdeniz’deki üyesi olan
devletler teker teker iflas ederken , İtalya’da
Yunanistan sonrasında iflas etme aşamasına gelmiştir . Euro sistemi
içindeki para birliğinden çok zarar gören İtalya her an yeniden ulusal para sistemi olan
Liret’e dönmek için hazırlanırken ,
Akdeniz’in çeşitli bölgelerindeki enerji yatakları üzerinde ekonomik kriz içindeki İtalya’nın
da gözü olduğu ortaya çıkmıştır .
ABD, İngiltere, Fransa ,İsrail ve
Almanya gibi batılı emperyalist devletlerin çıkarcı emperyalist
saldırıları bölgeye her zaman daha
fazla baskı uyguladığı için ,batı da
oluşturulan Türkiye karşıtı cepheden ayrılan İtalya’yı , Avrupa
Birliğinin ikinci plana itmesi yüzünden , Akdeniz ve Libya üzerinde
denizden gelen komşuluk haklarını İtalya’nın Türkiye gibi çağdaş bir
bölge ülkesiyle işbirliği yaparak
kullanmaya yönelmesi , bölge üzerinde tırmandırılan bir doğu-batı
karşıtlığını da önleyecektir . Batının önde gelen ülkelerinin Türkiye karşıtı
bir çizgide bir araya gelmesi üzerine Türkiye’de Avrupa Birliğinin ikinci plana
atarak ekonomik iflasa sürüklediği İtalya , batının dışlanmış ülkesi olarak Türkiye
ile işbirliğini rahatlıkla yapabilecektir . Nitekim bu doğrultuda İtalyan başbakanı son zamanlarda Türkiye’yi ziyaret ederek iki
dışlanmış ülkenin arasında geliştirilecek işbirliği olanaklarını görüşmüştür .
Doğu Akdeniz’de İsrail’in öncülüğünde geliştirilen Arap devletleri dayanışması
için yapılan Kahire toplantısına katılmayan
İtalya başbakanının Türkiye’yi
ziyareti , Akdeniz sürecinde yeni bir
sayfanın açılmasını da gündeme getirmiştir . ABD ve İsrail öncülüğündeki Arap
devletleri işbirliğine bir Avrupa ülkesi olarak İtalya karşı çıkmıştır,
Akdeniz’deki yeni yapılanmada Amerikan emperyalizmi ve Arap devletleri ile işbirliği yerine, Akdeniz kıyısında yer
alan komşu devletler arasında oluşturulacak yeni bir dayanışma aracılığı ile , bölgede savaşa doğru tırmandırılmak istenen
gerginliklerin daha kolay bir biçimde azaltılabileceğini, İtalya son
girişimleri ile ortaya koymuştur . İtalya Türkiye ile görüşürken , batıdan
gelebilecek her türlü dış müdahalenin
bölge devletleri arasında oluşturulacak yeni bir güvenlik dayanışması ile önlenebileceğini kamuoyuna yansıtmıştır . Kıyıdaş ülkeler
işbirliğinde Akdeniz komşusu iki ülke
olarak Türkiye ve İtalya öncülük misyonu üstlenirlerse savaş senaryolarının
önünün kolayca kesilebileceği anlaşılmaktadır .
Yüz yıl önce
Libya’da karşı karşıya gelmiş olan İtalya ile Türkiye’nin bugün ortak
çıkarlar doğrultusunda bir araya gelmeleri
değişen dünya koşulları nedeniyle
gündeme gelmiştir . Dün vatan
topraklarının korunması için Atatürk’ün öncülüğünde Türk askerleri Libya’da bir direniş
savaşı verirken , bu gün batının önde gelen emperyalist güçlerine
karşı Akdeniz üzerinden komşuları olan
Libya’nın korunması ve savunması için işbirliğine gitmeleri gereği ortaya çıkmıştır . Yüz yıl önce
Türkiye’nin savunması Libya’dan başladığı gibi bugün de benzeri bir durum
ortaya çıkmış ve Türkiye bölge ve kendi
güvenliği için gene eskisi gibi Libya’ya asker göndermek zorunda bırakılmıştır
. Akdeniz üzerinde yeni ortaya çıkan enerji kaynakları doğrultusunda emperyal ülkeler ortak bir saldırıya geçerken
,barış için bölge devletleri arasında bir komşuluk dayanışmasının acilen oluşturulması gerekmektedir .
Jeopolitik gerçeklerin dün karşı
karşıya olan iki ülkeyi bugün yan yana
getirmesi üzerinde durulması gereken yeni bir durum yaratmıştır . İngiltere’nin
ayrılmasıyla dağılma sürecine giren
Avrupa Birliği artık gevşek bir birlik görünümü
kazandığı için , iflas eden güneydeki üyelerinin ekonomik anlamda
geleceği için bir şeyler yapamaz hale düşmüştür . Fransa ve Yunanistan gibi iki
güney Avrupa ülkesinin ekonomik çıkmazdan kurtulmak için küresel sermaye
kuruluşlarına başvurması gibi bir durum , Avrupa Birliğinin üyesi olan
ülkelerin gelecekleri açısından çözüm üretemediklerini ortaya koymaktadır .
Berlin konferansında bir araya gelen Avrupa
devletlerinin önünde Avrupa Birliğinin Libya için de çözüm üretememesi İtalya’yı Avrupa Birliği dışında çözüm
aramaya yönlendirmiştir . Bunun üzerine İtalya Akdeniz kıyısındaki komşuları ile görüşmeye başlarken,doğru bir
çizgide Türkiye’ye öncelik veren bir yaklaşım içine girmiştir .
Türkiye ve İtalya bir araya geldiği zaman Akdeniz bölgesinde her türlü savaş
girişimlerinin önlenmesi ve bölge
barışının korunabilmesi için de Libya’nın toprak bütünlüğünün korunması gerektiği konularında ilke kararına varmışlardır . Savaş lobilerine
bölge devletlerinin alet olmaması ve
Libya’da bir iç savaşın önlenerek barış sürecinin devamlılığının sağlanması
gibi konularda ,Türkiye ve İtalya bölge devletleri olarak ağırlıklarını koymak
doğrultusunda olduklarını birbirlerine
aktarmışlardır . Türkiye Cumhuriyetinin son dönemde yeni bir açılımı
gündeme getirerek deniz ülkeleri üzerinden Libya ile komşuluk statüsünü ortaya
koymasından sonra , benzer bir statüye İtalya’nın da sahip olması nedeniyle ,
iki büyük ülkenin komşuluk haklarını kullanarak
batıdan dayatılan emperyal çözümlere karşı ,bölgeden kaynaklanacak bir
komşuluk insiyatifine dayanan yeni çözüm önerilerinin öne geçebileceği görülmüştür . Türkiye ve İtalya’nın ortak
hareketleriyle gündeme getirilecek bir kıyıdaş ya da komşu ülkeler
ittifakı , dünyanın merkezi bölgelerinde
tırmanmakta olan Avrupa Birliği ile , Arap ülkeleri arasında bir doğu-batı savaşı senaryolarına da son
verecektir . Batı dünyasının içinden gelen Hrıstıyan İtalya ile , Orta Doğu
bölgesinde öne çıkan bir Müslüman Türkiye işbirliği , dünya egemenliği için bir
üçüncü dünya savaşı çıkartmak isteyen
emperyalist ve Siyonist
merkezlerin plan ve projelerini de bozacaktır . Türkiye Cumhuriyeti bugünkü Libya yönetimi ile bir araya gelerek
ve ülkenin birliğinin korunması
doğrultusunda bölge barışının öncelikle sağlanması konusunda anlaşmaya
varmışlardır . İlk adım olarak Libya ile imzalanan mutabakat metni benzeri
bir ikinci mutabakat antlaşmasının,bu
kez İtalya ile imzalanması acilen barışın bölgeye getirilmesi açısından zorunlu görünmektedir . İtalya karşı
kıyısında yer alan Libya devletinin ülkesinde çıkacak bir iç savaşın yaratacağı
tehditler doğrultusunda , Türkiye ile ortak hareket ederek üç deniz komşusu ülke olarak Akdeniz’in ortasında bir araya gelerek yeni
bir barış antlaşmasına gitmeleri dünya barışı açısından gereklidir . Yıllardır Orta Doğu ülkelerinde
batılı emperyalist devletlerin terör örgütleri ile işbirliği yaparak
geliştirdikleri vekalet savaşlarının bu kez
Irak ve Suriye sonrasında Libya’da ortaya çıkmasını , Türkiye ve İtalya
elbirliği ile önlemelidirler .